Kaddafi ve Sosyal Devleti

Arap Bahari diye anilan Ortadogu ve Kuzey Afrika ulkelerinde halkin kendilerini uzun ama upuzun yillardir yoneten diktatorlerine karsi ayaklanip, yeni bir hayat istemesinin ilk fitili Tunus ve Misir’da ateslenmisti. O zamanlar Misir ve bolgede olup bitenler hakkinda “Kahire’nin Mor Gulu” basligi ile yayinladigim blog yazimda, yeni yeni kipirdanmaya baslayan Libya icin Kaddafi elinde bulunan ekonomik imkanlari kullanarak bu ayaklanmayi durdurabilir demistim, gecen hafta Kaddafi’nin Sirte yakinlarinda olmesi ile bu ayaklanmayi durduramadigi ve durduramayacagi ortaya cikmis oldu. Peki ben yanildim mi? Pek sayilmaz!

Kaddafi 42 yillik, evet dogru okudunuz 42 yil yazi ile kirk iki, iktidarini bir kabileler ulkesi olan Libya’nin petrol kaynakli zenginliginin kabileler tarafindan “esit” paylasilmasi esasina dayanan korku imparatorluguna borcluydu. Ayaklanmanin ilk evrelerinde yaninda olan diger kabileler ve o kabilelerin reisleri ise Avrupa’nin NATO araciligiyla yapacagi hamleyi onceden kestirerek desteklerini Kaddafi’den cektiler. O an, Kaddafi’nin sunabilecegi ekonomik vaatler azaldi, o an Kaddafi Sirte’ye, kendi kabilesinin guclu oldugu Libya sehrine, kacmasi gerektigini anladi.

Kaddafi iki onemli yerde hamlelerini yanlis oynadi, ilki 2004 yilinda elinde bulunan kitle imha silahlarini NATO’ya teslim etmesiydi, akli basinda herhangi bir diktator elinde bulunan kitle imha silahlarini teslim etmemesi gerektigini ogrenmis oldu boylece, – tabii burada unutulmamasi gereken teslim etmekten baska care olmayisidir aslinda, senin insan kaynaginla, senin akil gucunle yapilmamis kitle imha silahlarini kullanmayi basaramayacak oldugun gercegi ile yuzlesmek zorunda oldugun da unutulmamalidir-. Ikinci yanlisi ise , yapabilecekken cantasina bir kac yuz milyon dolar koyup bir Afrika ulkesine kacabilecekken 42 yillik iktidarindan vazgecmemis olmasiydi.

Kaddafi olumuyle bize aci bir gercegi de gosterdi, kendisinden iktidari devralmak icin yola koyulan Ulusal Gecis Konseyi’nin Kaddafi’den cok ayrismadigini. Misir’da Husnu Mubarek, kendisinin muhaliflerini asla gostermedigi bir adillikle yargilaniyor, bir zamanlar – ne olursa olsun- o ulkenin yoneticisi oldugu unutulmuyor ve yargilaniyor, hatta ilk durusmasi canli verilen bu yargilama surecinin devami Mubarek’in rahatsizligi ve adaletin bir intikam mekanizmasi olmadigi gerekcesi ile canli yayina kapatildi. Tunus ise gecen hafta secimlerini yapti, Zeynel bin Abidin hastaligi nedeniyle su anda multeci olarak kaldigi Suudi Arabistan’dan geri cagrilmiyor ve kimse kendisini oldurme planlari yapmiyor. Cunku Misir ve Tunus ekonomik esitsizlik ile baslayan devrimlerinden baska bir hayat bekliyorlar, onlar intikam almak icin degil yeni bir hayat icin oradalar.

Bu hafta icinde Libya ile ilgili bir baska sey dikkatimi cekti, canim ulkemin guzide televizyonu Ulusal TV’nin yayinladigi bir video gosterisinde Libya’nin nasil bir sosyal devlet oldugu anlatiliyor?

-Libya’da yeni evlilere ev verilirdi.

Tabii  Kaddafi’nin dunyanin en basarili diktatorlerinden biri sayilmasinin sebeplerinden biri budur eminim, kendisi petrol kaynakli zenginligi ile dunyanin en zengin insanlari arasindayken halkini da dusunmus olmali yoksa dile kolay 42 yil bir ulkeyi yonetemezsiniz. Ama ufak bir sorunumuz var, yeni evlisiniz ve Kaddafi rejimi size bir ve veriyor, yani nerede yasadiginizi cok iyi biliyor. O zaman bir gun cani bu cifti tutuklamak isterse kapiniza gelip sizi alir ve bir daha ne yargilanacaginiz ne de gunes isigi goreceginiz yeni “evinize”  goturur. Ya da belki Kaddafi ve/veya ogullarindan biri esinizi begenir, onu kisa sureli odunc almak isteyebilir degil mi? Ama olsun size bir ev verdi! Demokrasi, adil yargilanma, can mal guvenligi diye bir sey duymus muydunuz?

-Libya’da herkes universite mezunuydu ve yuksek lisans yapmak isteyenlere destek verilirdi?

Libya’nin guzide universitelerinden birinden mezun oldunuz, baska dunyalar oldugundan haberiniz var gibi, ve yuksek lisansiniz icin basvuru yaptiniz, kabulunuzu aldiniz. Kaddafi rejimi de sizi destekledi, sansli hissediyor olmalisiniz. Ama bir yanlislik var, baska dunyalarda isler daha farkli yuruyor gibi, mesela ne zaman yapilacagi belli, herkesin oy kullanma hakkinin oldugu, adina secim denilen bir siyasi mekanizma var, bir ulkeye 42 yil yoneten devlet baskanlari yok, bir de adina vergi denilen bir mekanizma var, devlet harcamalari icin insanlarin kazanclarindan harcamalarindan bir miktar kesiliyor ve vergi yolu ile insanlar devletten “hesap” sorabiliyorlar, ne kadar enteresan seyler degil mi? Bunu Libya’da uygulayabilir miyiz acaba? Sanmam, Kaddafi’nin gazabina ugramak istemeyiz degil mi?? Demokrasi diyorum yeniden, duydunuz mu hic?

Bu liste boyle uzayip gidiyor, ama bir kere bile Kaddafi’nin ulkeyi 42 yildir yonettigini kimse hatirlamiyor, dogal kaynak zenginligi olan ulkelerin halklari icin o zenginligin bir lanet oldugunu kimse hatirlamiyor, en onemlisi demokrasi bir koseye atilabilecek denli degersiz goruluyor.

Diktator diye nitelendirdigimiz yoneticiler halklarini tamamen ac, sersefil birakmazlar, onlara minimum yasam standardini saglamaya calisirlar ki kimse kafasini kaldirmaya cesaret edemesin veya o gucu bulamasin, o nedenle onlar ulkelerini 42 yil yonetebilirler, demokrasi ise liderlerin korkulu ruyasidir, cunku denetlenirsiniz, secimle is basina getirilir ayni secimle is basindan gonderilirsiniz. “Demokrasi guzeldir” haberiniz ola!

 

14.Ay

 

 

Tarifsiz acinin ve tarifsiz korkunun fotograflanmis haliydi Yunus, Yunus bu ulkenin gectigimiz hafta neler hissettiginin fotografiydi. Ilk once “Neler yapmadik ki bu vatan icin, kimimiz olduk kimimiz nutuk soyledik” diyen Orhan Veli’yi yine hatirladik. Ilk nefessiz kalmamiz, ilk acinin kalbimize coreklenmesi 23 “cocugun”, “dostun” “sevgilinin” ve en onemlisi hayatinin cok basinda 23 “bireyin” Cukurca’da sehit dusmesi ile oldu.

Sonra, birden bire bir sabah Van sarsildi, sarsilmak ile kalmadi uzerimize yikildi, vicdanlarimiza yikildi. Yunus o zaman vicdanin fotografi oldu, “Aglama sirasi onlarda” diyenler  ile ” Yunus’u yolda oldurduler” diyen Ozgur Gundem gazetesinin aslinda ayni vicdansizligi paylastiklarini gosterdiler bize. Acidan derin derin ve kesik kesin nefesler almaya calisirken bu ulke, onlar yureklerinin karasini calmaya calistilar ustumuze.

Ama gurur duydugum seyler oldu kilometrelerce uzaktayken, yenilmedik ne nutuk atanlara ne de vicdan yoksunlarina; cunku biz cok guzel bir ulkeyiz aslinda!

Vicdan

Bazen olur boyle, acidan nefes alamaz hale gelir insan bunyesi, ulkeler de canli organizmalar gibidir, acidan nefes alamaz, beynine yeterli miktarda oksijen ulastiramaz, hersey ust uste gelir, neye tutunsa elinde kalir, ya da oyle gelir. Tam bir haftadir boyle hissediyor yalniz ve guzel ulkem*, derin bir nefes al Turkiye, derin bir  nefes al ve yaralarini sar.

*bu guzel tanimlamayi bize kazandiran N. Bilge Ceylan’a saygilarimla.

Van’da yasanan deprem felaketi icin yardimda bulunmak isteyenler Kizilay’a butun operatorlerden 2868’e mesaj gondererek yardim edebilirler.

Bilmedigimiz Acilara Burnumuzu Sokmak

Sinemanin insanligin begenisine sunulan en onemli iki  sanat dalindan biri oldugunu dusunurum, digeri ise edebiyattir. Bana, insanligin hallerini, insanlik hallerini bu iki sanat dalindan daha etkileyici anlatabilen olmadigi icin olsa gerek bu hissim.

O nedenle Angelina Jolie’nin ilk yonetmenlik/senaristlik denemesi olan ” The Land of Honey and Blood” filminin adinin, unlu aktrisin Turkce bir kelime olan Balkan sozcugunun karsiliginin bal (honey) ve kan (blood) oldugunu ogrenmesi ile kararlastirildigini ogrendigimde etkilenmistim.

Ve fakat is filmin konusuna gelince etkilenmem yerini derin bir kizginliga birakti. Bir kac ay oncesinin gazete haberlerinden de hatirlayacaginiz uzere filmin Bosna Hersek’te galasi yapilmayacak, bu haberin enteresan yani ise filmin temasinin 1994 Bosna Hersek savasi – ya da katliami- olmasi. O zamanlarda gazetelerde yer alan habere gore bu reddedilisin sebebi filmin esir kampinda yasamak zorunda kalan bir Bosnali kadin ile  Sirp askeri arasindaki ask hikayesinin Bosnali kadinlari rahatsiz ettigi yonundeydi, o gun bugundur Birlesmis Milletler Iyi Niyet Elcisi olarak atanmis bir kadinin boyle bir senaryo yazmayacagina dair inancimi kaybetmedim, yanlis anlasilmis ve yanlis aktarilmis bir haber oldugunu dusundum, ama heyhat sayin Jolie kendi agziyla hikayenin bu oldugunu anlatmis Vanity Fair dergisine “yanlis anlasildigini ve filmin butunune bakilmasi gerektigini” eklemeden gecmemis.

Iste o zaman asagida okudugum haber dustu aklima

 http://www.ntvmsnbc.com/id/25287973/

Haber Sirp askerlerinin sistematik tecavuzune ugrayan Bosnali kadinlarin terk ettikleri cocuklarinin Avrupa’nin cocuk pornosu pazarinda nasil kullanildigini anlatiyor ve iki kucuk cocugun yardim cigligini iceriyor. O zaman nasil oluyor da UNICEF Iyi Niyet Elcisi, 6 cocuk annesi, iyilerin dostu sevgili Angelina bu filmi cekebiliyor olmaktan cekinmiyor.

Bal ve kan topraklarinda yasanan insanlik dramini romantize etmek icin, insanligi bize hatirlatmak icin yola cikilacak ise eger secilen yol Angelina Jolie’nin sectigi olmamali. Toplu ve sistematik tecavuzun bir savas sucu sayildigi, ve Sirp askerlerinin bu suclama dolayisiyla yargilandigi ve yargilanmasinin talep edildigi gunumuzde acik yaralarin uzerine tuz basmaktan baska ise yaramayan bu davranisin neyi amacladigini anlamakta gucluk cekiyorum.

Sanirim bilmedigimiz acilari, tatmadigimiz caresizligi romantize etmekte cok bonkor davranan bir ruh haline sahibiz, hic tecavuze ugramamis insanlarin Fatmagul’un Sucu Ne ve Iffet dizilerine reyting rekorlari kirdirdiklari, bu diziler ustunden esprilerin yapilabildigi, BM Iyi Niyet Elcilerinin Bosnali kadinlari Sirp askerlere asik ettikleri bir dunyanin baska bir izahatini bulmam mumkun gozukmuyor cunku.