19.Ay

Kucukken hep bir gun Turkiye’de de olmasinin hayallerini kurdugumuz, cocuklugumuzun lunaparklari ile farkinin ne olacagini tahayyul dahi edemedigimiz Disneyworld’a -nam-i deger Disneyland- iki hafta once hayatimda ilk kez giderken cok neseliydim. Hem Makbule’yi gorecektim hem de Disneyland’i. Hayatimda yeniden birlikte bes yasina donmek isteyecegim insanlarin basinda gelir Makbule, Disneyland’de bes yasimizin hakkini verecegimize emindim. Asagidaki fotograftan da anlasilacagi uzere cok eglendik, utanmadik hic kafamizda o kulaklarla ve elimizde balonlarla gezerken – bu fotografta olmayan bir ayrinti daha var o da Mickey Mouse kafasi seklindeki dondurmalarimiz.

Ama ucuncu gunun sonunda Magic Kingdom adi verilen parktan donerken Makbule’ye dedim ki “Benim buradan bi an once gitmem lazim”. Makbule cok sasirmadi ama sasiracak olanlar icin nedenini aciklayayim.

Artik sunu anladim ki ben “gerceklik” denilen olguya siki sikiya bagliyim, Disneyworld, Las Vegas gibi gerceklik olgusunun deformasyona ugradigi yerler beni huzursuz ediyor. Magic Kingdom’dan donerken hissettiklerimin tam aciklamasi “kistirilmislik” hissiydi. Hangi gunde hangi saatte oldugunuzu unuttugunuz, “disarida” olan biten herhangi bir seyden haberiniz olmadigi, olsa bile “disarinin” varliginin afaki oldugu boyle yerlerde kontrolun benden cikip oralar duzenleyen insanlarin eline gectigine inaniyorum ve bu beni bir sure sonra huzursuz ediyor -klinik olarak durumumun adinin ne oldugunu da biliyorum meraklanmayiniz=). Makbule’ye kurdugum ikinci cumle “Gerceklik ile bagimi kaydediyorum, husursuzluk veriyor bu bana” oldugunda takdir edersiniz ki beynimin nasil calistigina 21 yildir sahit olan Makbule bile bana bir bakis atip kahkahayi patlatmaktan kendini alikoyamadi.

Bu nedenle ben Istanbul, New York, Beyrut gibi sehirleri her zaman kucuk ve huzurlu veya buyuk ve rahat sehirlere tercih edecegim. Yalnizligimi cok sevecek ama yalniz sehirleri sevmeyecegim.

E.

Diyarbakir, Pozanti, The Sleepers, Suskunlar

Iki hafta kadar once gunlerce konusulmasi gereken, ama elbette toplumsal balik hafizaligimizin icinde kaybolup giden, bir sey oldu. Pozanti Cezaevinde “Tas Atan Cocuklar”* davasi diye bildigimiz dava nedeniyle hukumlu bulunan cocuklar, cezaevinde yasadiklari cinsel tacizi ve tecavuzu anlattilar. Sonra birer birer acildi eski defterler, en carpicilarindan biri Yildirim Turker’in “Bildigin Gibi Degil” kitabindan yaptigi alintiydi. O kitabi okudum, Yildirim Turker’in yazisini da, okumanin hic kolay olmadigi iki yazi arada sirada aklima duser okuduklarim ve midem bulanir yine yeniden, hem okuyun demek istiyorum hem de hic bulasmayin demek istiyorum her ikisi icin.

Ve sonra Bulent Arinc cikti bir gun medyanin karsisina “Cocuklarin Sincan Cezaevine gonderildigini ama iddialarin henuz ispatlanamadigini” soyledi, once sinirlendim sonra hatirladim bu ulke “13 yasindaki kizin 26 tane adamla rizasi ile birlikte oldugu” iddialarinin ispatlanabildigi bir yer olduguna gore, sanirim o cocuklar icin en hayirlisi “iddialarinin ispatlanamamasi”.

Sonra Show TV’de yayinlanan Suskunlar isimli bir dizi ile ilgili sosyal medyada yazilanlari okudum, The Sleepers filminden uyarlandigi soylenen bir diziydi. Ve herkes nasil da insanin yuregini dagladigindan bahsediyordu dizinin, gercek hayatta onlarca ornegini gormezden geldigimiz bir olgunun kurgu olanini izlemeyi insanlarin yurekleri kaldirmiyordu. Diziyi izlemedim ama filmi izlemistim, yaptiklari bir sakanin, once esek sakasina sonra geri donulemez bir hataya donusmesinin ardindan hapse giren cocuklarin baslarina gelen tacizler tecavuzler dayaklar dolayisiyla yasadiklarini ve yasadiklarinin intikamini almalarini anlatir film.

Filmin asil onemi ise sudur, “intikam” denilen olguyu bir an icin “adalet”ten onemli kilar izleyen icin, o cocuklarda acilan onulmaz yaralara seyirci de oylesine bilenir ki “adalet” degil “intikam” arar. Ve “intikam” alan o cocuklari hakli bulursunuz, isteseniz de istemeseniz de.

Kanunlar islenen sucun ozelligine gore o suca verilecek cezayi ongorurler, ve adalet sistemine inanan kimse buna karsi cikmaz. Kurallar herkesin erisimine aciktir, o kurallara gore verilen kararlar da gerekceleri ile birlikte herkesin erisimine aciktir, bu mekanizmanin her hangi bir basamaginda bir hata yapilir ise nereye basvurulup nasil duzeltme yapilacagi da herkesin bilgisi dahilindedir. Hapishaneler, suclulari belirli bir sure ve/veya yasam boyu toplumdan izole etmek icin kurulmus kurumlardir, her kurum gibi duzenleyici ve denetleyici yapilari vardir. Zurnanin zirt dedigi yer ise, hapishanelerde suclularin kanun koyma ve uygulama yetkisi olmayan kisilerce yeniden “cezalandirilmasi” ve bu surece ne hapishanelerin asayisinden sorumlu hapishane mudurlerinin ne de gardiyanlarin sesini cikarmamasi ve hatta kimi zaman destek olmasidir.

Cocuk tacizcilerini “kendi yontemleri” ile cezalandiran, yurdum hapishane ahalisi baska cocuklari “uygun gordukleri” icin taciz etmekten, tecavuz etmekten ve bunu sistematik hale getirmekten gocunmuyorlar. Daha onemlisi bunun tehdit olarak Demokles’in Kilici gibi suclularin basinda sallandirmaktan cekinmeyen gardiyan ve hapishane yoneticileri, sikayet etmeye kalkanlari engelliyorlar. Biz “disarida” olanlar ise olanlari duymak, gormek ve okumak istemiyoruz. Gozlerimizi ve kulaklarimizi kaparsak yok olacakmis gibi, yasananlar surreal bir korku hikayesiymis gibi davranmaktan kendimizi alikoyamiyoruz.

Dunyanin her cezaevinde “tecavuz” bir tehdit ve cezalandirma aracidir, bu iddianin ispata ihtiyaci yoktur. Ihtiyac duyulan sey ya bunu engelleyebilmektir -ki ne yazik ki bu zor ve hemen olmasini beklemek romantizm-, ya da bunu gormezlikten gelmekten vazgecmektir. Gormezden gelmekten vazgecer isek, bu konuda sikayeti olan insanlari dinleyebilirsek, adalet sisteminin cezalandirdiklarini bir kere daha kimsenin “kendi yontemleri” ile cezalandirma hakki olmadigi -ki bazen nasil isimize  geliyor degil mi bir cocuk tacizcisinin hapishanede sislendigini duymak- olgusunu icsellestirebilirsek belki o zaman yasanacaklari engelleriz!

Emine

*Dava ile ilgili de Kanat Atkaya’nin Hurriyet’teki yazisini okuyun.

El Cezire, Suriye ve Bahreyn

Katar orijinli El-Cezire televizyonun yildizi  ilk kez Amerika’nin Irak isgali sirasinda Bati medyasina bir alternatif oldugu dusunulerek parlatilmisti. Goreceli bagimsiz haberciligi nedeniyle uzun yillar kredibilitesini surdurdu. Ne var ki, Arap Bahari ile birlikte -aslinda ilk ates Filistin mulakatlari ile ilgili bilgileri sizdirmasi sirasinda yakilmisti- yildizi daha cok parlayacagina hizla sonmeye basladi. Bunun en onemli nedenleri, Suriye ve Bahreyn konularinda ki tarafli yayinlari.

Bahreyn Sunni azinligin-Musluman nufusun 1/3’u- Sii cogunlugu- Musluman nufusun 2/3’u- yonettigi bir ulke, Arap Baharinda Tunus ve Misir’i takip ediyor olsa da, hakkinda en az haber yazilan ulke. Bahreynli yonetici-elitin arkasinda kuvvetli bir Suud ve Katar destegi var, hatta protestocularin bastirilmasi icin Bahreyn’e Korfez ulkelerinin ortak kolluk kuvvetleri gonderildi. Protestonun mihenk taslarindan olan Inci Meydaninda ibret-i alem olsun diye protestocular katledildi ve meydandaki anit dumduz edildi. El Cezire’nin Bahreyn hakkindaki yayinlari yok denecek denli az, ilgi cekici 10 dakikalik bir belgesel disinda ulkede ki protesto yok sayiliyor.

Ayni zamanda Bahreyn diger Korfez ulkelerine nazaran petrol gelirlerinden daha cok finans ve insan kaynaklarina yonelik hizmet sektoru gelirleri ile ekonomisini idame ettiriyor. Elbette ki hidrokarbon urunleri ihracati onemli bir gelir kaynagi, fakat ozellikle Islami finans hizmetleri ile taninan bir ulke Bahreyn. Korfez ulkesi olmasi, Suud kralligi ile yakin iliskileri nedeniyle de Batili ulkelerin yonetici-eliti “istifaya” veya “halkini dinlemeye” davet etmedigi bir ulke ayni zamanda.

Gelelim Suriye’ye, iddialar gosteriyor ki Ozgur Suriye Ordusunun ust duzey yoneticilerinden Enes El-Abdeh ile El Cezire’nin Suriye haberleri yoneticisi Ahmet Ibrahim kardesler -kardes olmalari ihtimalini az bulsam da aralarinda bir kan bagi bulundugunu dusunuyorum.

Bu gercegin El Cezire televizyonun kredibilitesini zedeledigi su goturmez bir gercek, ama cok onemli baska bir gercek daha var. Esad ailesi kendi insanlarini katletmekten cekinmeyen diktatorel egilimli kimselerle dolu. Tam da bu nedenle El Cezire en cok Humus ve Bab El-Amr kentinde tam 30 yildir devletin sistematik tacizine maruz kalan insanlari yaraliyor aslinda. Babadan ogula devredilen bir demir yumruk ile 30 yillik periyodlarla katledilen insanlarin ahini aliyor en cok El Cezire.

Bugun Counter Punch isimli internet sitesindeki yazisinda Peter Lee Humus kentinde yasananlari Tiananmen Meydaninda yasananlara benzetirken soyle demis:

“Bati icin Tiananmen meydani otoriter bir rejimin -dehset verici- yuzunu dunyaya kendi vatandaslarini ezerek gostermesiydi. Oysa ayni meydan Cin hukumeti icin devletin gucunun bir grup isyankara karsi kullanmasiydi. Cin hukumeti bu sayede devletin mutlak gucunu ve isyancilarin ne kadar marjinal oldugunu ispatlayamayi amac ediniyordu”

Peter Lee bu ornegi madalyonun iki tarafi var demek icin kullanmis olsa da, madalyonun bir yuzunun “devletin gucu”, ve “devletin mutlak gucu” kavramlari ile olusturulmus olmasi en basitinden tuyler urpertici. Devletin “guc” ustunde monopolisi oldugunu neoliberal politik duzende kabul ediyor olmamiz, gucun hangi sartlarda ve nasil kullanilacagi konusunda takip edilebilir ve sorgulanabilir bir mekanizmanin var olmayacagi anlamina gelmez.

Peter Lee yazisina Cin ve Rusya’nin Birlesmis Milletler’in Suriye ile ilgili karar taslagini veto etmesinin nedeninin ise bu iki ulkenin Esad’a sorunlari politik teamuller dahilinde cozebilecegi konusunda duyduklari guven oldugunu iddia ediyor.

P. Lee bunyesinde topladigim bu inanisin sorunlari saymakla bitmez, en onemlilerinden birini ele alacak olursak;

Esad politik yollari kullanacak olsaydi sanirim aylardir kendisine onerilen secimlere giderdi. 26 Subat’ta yapilan anayasa oylamasina halkin katilmasi halinde secimlere 90 gun icinde gidecegine “soz” verdi. Demokratik ulkelerde secimler halka bir “sey” karsiliginda soz verilmez, en onemlisi insanlarin herhangi bir politik oylamayi protesto etme haklari boylece ellerinden alinamaz. Anayasa degisiklik paketinin en cok  one surulen maddesi – Esad yanlilari tarafindan- Anayasanin 8. maddesinde yapilan degisiklik. 1973 yilinda Baas partisi ve Hafiz Esad onculugunde hazirlanan Anayasa’da “Devletin ve toplumun yoneticisi Baas Partisi’dir” ibaresi ulkeyi yillarca surecek Baas Partisi otoriterligine mahkum etmisti. Yeni Anayasa bu maddeyi “siyasi cogulculuk” esasina uygun hale getirse de, Esad’in ve Esad’in “politik yeteneklerini” savunanlarin bize bahsetmeyi unuttuklari  nokta, devlet baskaninin -Esad- bazi “olaganustu” durumlarda bazi “yasa”lari iptal edebilme yetkisinin genisletilmesinin de ayni anayasa taslagi icinde oldugu.

Hem Bahreyn’de hem Suriye’de halk asker/polis/istihbarat yetkililerinin elinde olmayacak iskencelerden geciyor, insanlarda bir hatta bir kac nesil boyunca onulmayacak psikolojik yaralar birakan muameler gunluk hayatta siradanlastiriyor, ve 21. yuzyilda en temel hak olarak gorulmesi gereken bir cok haklari ellerinden sorgusuz sualsiz aliniyor.

Bahreyn’de olanlar ile Suriye’de olanlar ayni, Bahreyn’de olanlari haber yapmak Batili ulkelerin isine gelmiyor, Suriye’de olanlari haber yapmak komunist-devletci gelenekleri devam eden ulkelerin (ozellikle Rusya ve Cin) isine gelmiyor. Bunu kabul etmediginiz surece, sadece isinize gelen tarafa baktiginiz, digerine bakmadiginiz daha da fenasi oradaki gercekleri carpitmaya calistiginiz surece ayni seyin bir gun basiniza gelme ihtimalini hizla arttirsiniz.

Emine