Gozlerinin 40 yil oncesine acti birden bire, hayal gucunun sinir tanimazligina sasalamis olsa da hemen alisti gorduklerine.
Icinde yasadigi kocaman bloklari ve bulvarlari kaplayan apartman kompleksinde degildi, Patti Smith’in Robert Mapplethorpe ile paylastigi Bowery’deki ev/studyoda acti gozunu, en guzeli de onlara gorunmuyor olusuydu duvardaki sinek degildi, duvarin kendisiydi goz onunde ama gorunmez. Muhtesem diye dusundu 40 yil sonrasinin ne olacagini bildigim bir sehrin 40 yil oncesini gorecegim simdi dedi.
Boylesine koklu degisiklikleri icinden dogum sancilari ceker gibi cikaran sehirler sadece nostalji duygusunu hak ederler, nerde o eski komsuluklar kisirligindakiler degil, o nedenle Istanbul ve New York yasama enerjisi verirdi insana.
Sadece kendin icin yasamiyorsun ki, ayni zamanda bu sehre ruhunu katan herkes icin bir nefes aliyorsun Bowery’nin kosesinde iste. Taksilerin yolcu tasimadigi Bowery, kira yerine fotograf cekilen, resim yapilan, siir yazilan Bowery, siir geceleri duzenlenen St. Mark’s kilisesi, Chanel “ikinci el” ipek bir bluzu 5 dolara alacagin St. Mark’s dukkanlari -acaba 40 yil sonra “vintage” denilen olgunun bir statu sembolune donusecegini dusunuyor mu bu gunduz tezgahtar gece punk grubu solisti kadin diye dusundu.
Son 50 yilin en onemli fotografcilarindan birinin yani basinda bekliyordu simdi, o fotografci para kazanmak icin -gercekten para kazanmak icin mi oldugunu kendisi de bilmiyordu aslinda- vucudunu satmak icin40 yil sonrasinin New York’unda en sevmedigi yer olan Times Square’nin bir kosesinde beklerken. Hala bunalticiydi Times Square, bu hic degismeyecek demek ki diye dusundu.
Aaa geri geldim, Union Square’in gobeginde birazdan baslayacak Iron Man III’u izlemek icin duruyorum simdi, ve “cok sukur” diyorum,cok sukur.