Blog

Ama Babacığım

Babamın Fikret Kızılok ile aynı yerde durduğu vâki değildir, ama bu şarkıyı dinlediğimde aklıma geliyor işte babam. Hatta Leyla ile Mecnun’un bir bölümünde birlikte dinlediğimizde de demiştim ki: “Baba, şimdi kabul edelim iyi anlatmış kerata Fikret Kızılok bizi. Ama bizimki İnce Memed’den daha çok Küçük Ağa hatta Yalnızız”. Babam da: ” Ben sana her ikisini de okuttum, ama Fikret öyle yapmamıştır sanıyorum” demişti. Anılar anılar üstünde.

Bir gün gelir dünya sana uymazsa
Değiştirmek eğer elden gelmezse
Şarkılarım sana miras kalmışsa

Yaşlı gözlerle bana gelip sakın üzülme yavrum
Böyle büyür insanlar; ağlamak çare değil
Zaman değirmenini durdurmak kolay değil (ama babacığım)

The New Yorker Makalesi ve Kendimizi Anlatmak

img_4220

(Kaynak: https://goo.gl/chmqVM)

Turkey’s 30 Year Coup

Şunun Türkçe çevirisi yapılmış olsa da paylaşabilsem. EDIT: yapılmış

Bu yaz kaç farklı kişi ile, kaç farklı siyasi yelpazeden, aynı şeyi tartıştım: Gülen’i ve kurduğu kontradevleti Batı’nın normları ile anlatmadığımız, komplo teorilerinin bininin bir para olduğu yazıların İngilizce çevirisi ile (bkz: Daily Sabah) bu iş olmaz diye.

Batı iki yüzlü mü? Evet, olabilir(iki yüzlülükten ne anladığınıza bağlı, bence kendi çıkarlarını elindeki kısıtlara göre koruyan ve bunu bir getiri şeması dahilinde yapan insanlara, bkz: Nobel 2016 ödülü, iki yüzlü denmiyor. Bence çok az insana mutlak kötü veya mutlak iyi diyebilirsiniz, ama bu başka bir konu)

Bu yazı Gülen’in Türkiye’deki 30 yılını, Gülen’i ortaya çıkaran nedenleri sadece laik elite veya sadece Erdoğan’ın egosuna ve yönetme hırsına bağlayarak anlatma peşinde değil. Bu olguların birbiri için ne demek olduğuna dikkat etmek için zaman ve emek harcıyor. Bunu haftalık bir dergide, bir kaç sayfa ile yapıyor.

Elbette eksiği , elbette atladığı ve elbette katılmadığım yerleri var. Mesela Gülen hareketinin Kürt sorunu ve Kürtlerin eşit vatandaşlığı ile ilgili şahinliğine dair tek kelime yok. KCK davaları, barış süreci sonrası sıklıkla duyulan iki ayrı merkez tarafından yürütülüyormuş hissi veren Özel Harekat timlerinin yaptıkları yok. 2013 yılında Gezi’nin seyrini değiştirdiği iddia edilen çadır yakma olayının faili zabıtaların darbe teşebbüsü öncesi, zamanın İstanbul valisi ve emniyet müdürünün darbe teşebbüsü ardından tutuklanması ilk aklıma gelenler. Okurken en az okuduğum sayfa sayısı kadar not aldım

Ayrıca Yenikapı ruhunu( bu arada Ertuğrul Fındık’ın beş gün önceki Karar yazısını okuyunuz.) tamamen yanlış anlayan ana akım medya gibi, OHAL ve uygulamalarını eleştirmeden üstünden atlamıyor. Veya körü körüne ülkede normal zamanlarmış gibi de davranmıyor.

Bu arada gururla söylemek istiyorum ki: OHAL’e konjektürel değil prensip olarak karşıyım. Demirel’in aksine ben devletin rutinin dışına çıkmayanını seviyorum.

Belki de bütün bunları kimseden korkmadan veya kimseye sevimli görünmeye oynama arzusu olmadığından, sadece işi bunu yapmak olduğu için yaptığından iyi bir yazı.

Ama oyunu kuralına göre oynuyor, ilk kez 15 Temmuz’u bir Batılının da anlayabileceği, kendisi ile de ilişkilendirebileceği gibi anlatıyor. Emeği geçen herkese teşekkürler.

Pazar Sohbetleri Birinci Kısım.

img_4213

Şurada görmüş olduğunuz kimseler benim annannem ve dedem. Her bayramı, yazlarımın -özellikle- çocukken önemli bir kısmını evlerinde geçirdiğim bitanelerimden ikisi, diğeri de babannem. Biz küçükken dedem dükkandan, fındık tüccarı, eve gelince “Sevgülüm, nasılsın der” annannemi öperdi. Ben ve kuzenlerim de kıkır kıkır gülerdik. Ama aslında birini sevmek neymiş hepimiz bu ikiliden öğrendik.
Annannem bizden utanır ve dedeme kızardı. Yıllar geçti, bütün kuzenlerim ve kardeşim evlendiler. Dedemden öğrendiklerini hayata geçirmeye çalıştılar, dedeme erişeni yok.

Annannem artık utanmıyor, dedem ona sarılınca gülüyor, o da dedemi öpüyor.

Dedem, kendini halsiz hissettiği için İstanbul’a kontrole geldi. Hepimizi korkuttu çünkü dedem asla kendi kendine doktora gitmez. Hiç bi şey çıkmayınca, 10 kilo vermesi gerektiği dışında, annannem dedem kapıdan girince “geldi gözümün ışığı” demiş. Hem de damadı olan babamın yanında. (Biz Gürcüyüz değil damadın oğlunun yanında denmez öyle şeyler!) Böyle insanlar var ise hayatınızda imtiyazlısınız. O imtiyazın farkında olun!

Yalnızlık üstüne

 

Bt--Z_yCIAA9tK3
Kaynak: https://goo.gl/9pJYEo

 

The Atlantic dergisinde The Evolutionary Power of Loneliness başlığı ile yayınlanan bu makale ve makaleye ana temasını sağlayan araştırmaların ana teması: İnsanlar evrimsel geçmişleri ve sosyal yapılanmalarının gereği olarak  gruplar halinde yaşamaya alışkın canlılardır. Peki evrimsel geçmişimizi böyle şekillendiren, toplumları ve o toplumlardan devletleri birlikte yaşama prensibi üzerine kurmamızı sağlayan bu alışkanlığın kökenine inmek mümkün müdür? Cevap, hemen hemen, evet.  Araştırma sonuçları göstermiş ki, yalnızlık zamanlarında”acı” çekiyoruz. Bu”acı”dan kurtulmak için ise  beynimiz bize yalnızlıktan çıkmamız için komut veriyor.[1] Yani, sosyalleşmemizin nedeni beynimizin bizi acıdan kurtarmak istemesi.

İlk itirazım, acı bu durumu anlatmak için kullanmak istediğimiz kelime olmayabilir mi? Biyoloji biliminde acının ne demek olduğunu bize makalede açıklamadıkları için gündelik hayatımızda, edebiyatta,sinemada ve daha nice sanat formunda, psikoloji ve psikiyatri bilimlerinde kullandığımız acı ile farkını tasavvur edebilmek bir hayli zor. Bir de bunun üzerine yalnızlığın da aynı diyabet (şeker hastalığı) gibi genler yolu ile aktarılabileceğini okuyunca ima edilenden insanın gözü korkuyor. Yalnızlık sadece acı veren bir his değil, aynı zamanda insanın hayat kalitesini düşüren ve genlerimiz ile nesiller boyu aktarılacak bir hastalık.

İşler daha da ilginçleşiyor. Kendinizi birden bire ekonomi, siyaset bilimi ve sosyolojinin uzun yıllardır cevabının peşinde türlü türlü modeller, bitmek tükenmek bilmeyen veri toplama halleri, yıllar harcanmış etnografik çalışmalar ile harcadığı “İnsanlar neden bir toprak parçası, bir ideal veya bir amaç uğruna kendilerini ve başkalarını öldürmeyi makul görürler?” sorusuna cevap geliyor. Araştırması makaleye ilham olan John Cacioppo sözleri ile:

“bazı kimseler için bu (birine, bir yere, bir gruba bağlı olamama) acı o denli fazladır ki köylerini koruma ihtiyacı hissederler. Bazıları başka yerleri görme, başka deneyimleri yaşama isteği için de olsalar dahi mutlaka geri gelecek bir yerleri, ilişki kuracak kimseleri olsun isterler.” [2]

Hem yukarıdaki soru ile ilgilenen, hem de siyaset biliminin veri ile yapılması gerektiğine inanan biri olduğumu bu konular hakkında konuştuğum herkes bilir. bilmeyenler için ise, evet ben veri ve model ile yapılan sosyal bilimlere inanan biriyim. Bu ideolojik bir tercih, ve ideolojisini tartışabiliriz elbette.

O zaman deneysel yöntemleri kullanan bu araştırmalar serisi beni neden rahatsız ediyor değil mi? İki nedeni var. İlki yöntemin, ne yazık ki tip ve psikoloji araştırmalarında çok görülen, özensizliği,  ikincisi ise kamu politikaları ve kişisel alana etkisi.

İlki ile başlayayım o zaman: İstatistik ve ekonomi biliminin aşk çocuğu olan ekonometri nedensellik ile ilgili çıkarımlarını yaparken kontrollü deneylerden yararlanır. Kontrollü deneyi kısaca hatırlacak olursak:

 Bir topluluğun içinden RASTGELE seçilmiş örneklemin RASTGELE kontrol ve deney gruplarına atanmış olduğu deneylerdir. 

Bu araştırmaların kontrollü deneyleri fareler üzerinde gerçekleştirilmiş. Mesela bir deneyde, deney grubundaki farelere kokain enjekte edilirken, kontrol grubundaki farelere tuzlu su enjekte edilmiş. Bu deney yukarıdaki kurallara uyuyor ve bu konuda bir sorum yok. Ama nedensel çıkarım ile analiz yapan bizlerin en önemli sorularından biri dışsal geçerlilik (external validity) sorunudur.  Makalede araştırmacılar farelerden insana geçerken hücre cezasına çarptırılan mahkumları örnek olarak kullanıyorlar. Yukarıdaki örnek ışığında şimdi düşünelim. Öncelikle topluluğun davranışına dair çıkarım yapmak için seçmiş olduğumuz kimseler rastgele seçilmişler mi? Peki seçtiğiniz bu örneklem  içinde deney grubunda bulunan, hücre cezası alan, mahkumlar rastgele seçilmişler mi? Evet, haklısınız değiller. Öyle olmadıkları gibi incelemek istediğiniz toplumun, yalnızlığa etki eden özellikler göz önüne alındığında, ortalaması ile örneklem ortalamasının farkının sıfırdan farklı olması ihtimali kayda değer.

Gelelim ikinci konuya. Yazı kendi içinde bir yalnız kalmayın manifestosu. Ve yalnız kalmasanız iyi olur demek sosyal çevrenizde kabul edilebilir bir şey iken, yalnız olmayı tercih etmek de aynı diyabet gibi genetik bir sorun diyerek yalnızlığı bir hastalık ile aynı kefeye koymak değil. Yalnızlığın olumsuzluğunu pekiştirmekten başka bir şey değil çünkü yapılan. Zeka, bir kimseyi dikkat çekici kılan fiziksel özellikler vb. de genetik olarak aktarılıyor, onlara neden benzetmiyoruz. Bu yalnız kalmamaya, en iyi arkadaş çok arkadaştır önermesine, mutlaka uzun partnerlikler kurmanın gerekliliğine, çocuk sahibi olmanın erdemine sürekli olarak yapılan güzellemeler uzun vadede yaralayıcı. İnsanların istemedikleri, belki psikoloji ve/ya fiziksel şiddete maruz kaldığı ilişkiler içinde kalmasına neden olabiliyor olacağınızı hiç düşündünüz mü?

Buradan oraya yol öyle sandığınız kadar uzak değil.

Simone de Beauvoir’in anılarında, Jean Paul Sartre ile olan ilişkisini anlatırken, yazdığı gibi: “Me niego a picotear emociones”.

Ya da Teoman’ın dediği gibi: “Aşk kırıntısı ile doymaktansa tek başıma aç kalırım bu hayatta”

[1] Singer, Emily. “The Evolutionary Power of Loneliness” The Atlantic Monthly. May 2016. Retrieved from: http://goo.gl/Z4VoCd 

[1] Singer, Emily. “The Evolutionary Power of Loneliness” The Atlantic Monthly. May 2016. Retrieved from: http://goo.gl/Z4VoCd 

Kalben, bahar ve Emine’nin orjinallikleri

 

hqdefault

Kalben-Haydi Söyle

Çok enteresan bir haberim var (bkz: kendini önemli sanan insan modeli. Yalnız, blogumu okuyorsunuz demek ki biraz önemliyim efendim nezdinizde).

Bu şarkıyı her dinlediğimde garip bir sevinçle doluyorum ben. Hayır; sevgili büyüklerim, canımın içi arkadaşlarım ve sevgili kardeşim aşık değilim. Aşık olmadığım gibi, aşk denilen şey hakkında bu kadar umursamaz olduğum, ve hatta kendisinin çok abartıldığına kanaat getirdiğim bir zaman olmamıştı nicedir — yaklaşık bir 10 senesi var.

Neden bilmiyorum böyle hissetmem.

Ama Kalben duysa bence çok sevinir, çünkü bence o da bu şarkıyı söylerken çok gülmek istiyor ve hatta kahkahalar atmak istiyor. Üzülme Kalben ben senin için yüzümde gülümseme ile Brooklyn ve Manhattan sokaklarında bu ezgiyi katık yapıp dans ediyorum.

Allah ağzımın tadını bozmasın, sizlere de iyi baharlar!

Kiss the Frog.

image

 

I shut my eyes and all the world drops dead;

I lift my eyes and all is born again.
I took a deep breath and listened to the old bray of my heart.

I am. I am. I am.
Kiss me and you will see how important I am.

“Ben varsam var dunya, ben yok, o da yok”

veyahut

“Çünkü, yaşadığımız hayatın bir başkasının düşü olduğunu kanıtlamanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordum artık”

Ne Güzel bir Pazar

 

image

Babam iste, altina ne yazsam ne anlatsam olmayacak olan. Birey oldugumu bilen ve kabul eden, birey oldugunu anlatan ve anlamlandirilan. Bagira cagira tartisiriz da, komikli konusuruz da is siyaset oldu mu mesela. Okumanin erdemine inaniriz, bir de Tanpinar ile Bugra’nin buyuk yazarligina. Hayatta en cok “aydinlanmacilara” guleriz, bir de Suleyman Demirel’in aforizmalarina. Ikimiz çok kalabalığız, yalnızlığımızı sevmemiz ondandır. İnsanlar bizi tanımazlar ise sevmezler, tanırlarsa onu benden daha çok severler. En çok Süleymaniye’nin külliyesini severiz. Onun en sevdiği koku aluminyum kokusudur, benim ise şehir. O devletin bekaasına benden daha çok inanır, çünkü Churchill haklıdır. Benim için devlet işleri kolaylaştıran bir kurumdan ötesi değildir. Ben ona ne istersem anlatabilirim, “bu da babaya nasıl anlatılır” diyenleri anlamam. O hem oğlunu hem beni elbette eşit sever, ama Allah O’na ilk önce bir kız çocuğu verdiği için çok mutludur. Bizim hikayemiz budur, Allah seni benden çok ama çok geç alsın.

After months of being sick with flu, and dealing with all the side-effects interacted with flu and diabetes my dad was out and about all day today. I think this is one of the photos I smile genuinely in a long while. There is a certain sense of invincibility when I am with him. I do not lean on him for anything, he does not want me to lean on him for anything. He knows and acknowledges I am an individual ; I know and acknowledge he is an individual. I just seem to cling to him on photos a tad bit more than he does to me.

 

 

 

 

Tosun Hocam’a II

 

image

En sevdiğim fotoğrafınız hep bu olacak sanırım Tosun Hocam.

Bugün size Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde, Bebek Camii’nde ve edebi istirahatgâhınız olacak Zincirlikuyu mezarlığında eşlik edebilmiş olmanın huzuru içimde.

Ama anma töreni sonrası beni Rektörlük binası götüren ayaklarıma hükmeden beynim, naaşınızın başında nöbet görevimi yaparken beni içimden sizinle “Tosun Hocam, çok garip bu tabutta sizin yattığınızı iddia ediyorlar. Oysa ki siz hemen şurada göl kenarında ya bisiklete biniyor, ya Men, Ship and Sea öğrencilerine kürek çekmeyi öğretiyor, ve yahut açmakta olan katır tırnakları ile ilgili bir öğrenciye bir şey anlatıyor olmalısınız” reddedişim ile bambaşka şeyleri diliyor.

Kemal İnan Hocamın dediği gibi az bulunan cesaret, birikim ve evrensel ahlakınız ile bizi birer yetişkin saymanızla ve bize yetişkinmişiz gibi davranıp, bizden de öyle davranmamızı isteyerek vermiş olduğunuz inanılmaz sorumluluk hissi için teşekkürler.

Giderken bile hayatıma öyle güzel değdiniz ki, beni çok üzen birinin buna hiç değmediğini ve aslında hiç bir zaman değemeyeceğini gösterdiniz. Size anlatsam, sizin de tanıdığınız o kimseyi “Hata yapmaktan ve hayal kurmaktan korkma” derdiniz. Hata da yaptım, hayal de kurdum ama cesaretimi ve dürüstlüğümü hiç kaybetmedim. Teşekkürler!

Böylesine üzülmemi performatif bulanlar olduğunu size söylesem gülerdiniz ve bana da gülmemi salık verdiniz ; öyle yapıyorum. Çünkü sevgili Zeynep Bahar Çelik’in annesine “Benim kızım Zeynep Bahar da Sabancı Üniversitesi’nde okuyor” dediğinde verdiğiniz cevap her hissimizi açıklıyor “Rica ederim, Zeynep bizim kızımız”.

 

 

Tosun Hoca’ma…

 

tosun-terzioglu.jpg

 

“Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
İnce yelkenleri alıyor yeller
Titretir kalpleri ve bayrakları
Gemiden toprağa uzanan eller…”

 

Sezai Karakoc’un Olum ve Cerceveler adli siirindeki bu dortluklerde Tosun Hocam’i, ve Tosun Hocam’in bana ne ifade ettigini anlatan binlerce mana var.

 

Hafif ve sari isik rahat ve uzun okuyabilmek icin, kendinizi dinleyebilmek icin en uygun isiklardan biridir. Varligi ile ben buradayim demez, hayatinizi kolaylastirir, size ve etrafinizi saran herseye anlam katar. Mutevazidir. Okulun ilk gununde, ilk ogle yemeginizde masaniza oturan ve sizinle sevdiginiz kitaplardan, universitenin ne demek oldugundan konusan, her sene sonunda kampusun icindeki evinde sizi agirlayan, bazen blueberry aslinda yaban mersini midir sorunuzu uzun uzun yanitlayan, bazen Turkiye’de ilk kez duzenlenecek olan Model Birlesmis Milletler Konferansinin organizasyonu icin sizinle sabahlayan, bazen konferans davetlisi Rauf Denktas’i kapida karsilayacak ambulansi unuttugunuz icin Denktas’in yaverinden yedidiginiz azar nedeniyle dolan gozleriniz gorup size elinde sicacik bir kahve ile gelen dunyanin ve Turkiye’nin en onemli matematikcilerinden biri olan Tosun Hocaniz gibi.

 

Her birimiz incecik yelkenlerimiz ile adim attik Orhanli’da Sabanci Universitesi diye adlandirilan fakat aslen “okulumuz” olan bir yere. Yelkenlerimizi ruzgari ile dolduran bizi teker teker bu hayatta en mutlu olacagimiz ugrasilari yapmak uzere bu kapidan ugurlayanlar arasinda en onemlisi idi Tosun Hoca.  New York Universite’sinde 4. yilina devam ettigim doktoramin kabul mektubunu kendisine elektronik posta araciligiyla ilettigimde “Yolun acik olsun, kolay gelsin Emine kizim” yazacak denli kuvvetli  ve yuzunden konusurken hic eksik etmedigi gulumsemesi ile guvenli bir ruzgardi Tosun Hoca.

 

Biz hala son duragimizin neresi oldugunu bilmedigimiz bu gemide yol alirken, sizi bugun topraga verecegiz Hocam.

 

O nedenle bir gun yeniden gorusene dek, simdilik Hoscakalin.