Icin tek soyleyebilecegim bu,
Madem oyle, o zaman Istanbul ucagina binmeme bir gun kala, Istanbul’a varmama iki gun kala Istanbul’a gelsin…
Istanbul icin hislerimi Nil anlatsin, bir sehre asik olmayi bana ogreten iki sehrin en guzeline gelsin, “nasil sey bir hatirla, bir unut”
Iyi geceler!
Bugun burada Noel, herkesin -en azindan- mutlu gorunmeye calistigi ve rastlastiklari herkese “Mutlu Noeller, Iyi Yillar” diye gezindigi bir gun. Ama benim sabah kahvemi icerken butun gazetelerde okudugum bir haber nedeniyle midem bulaniyor.
Haber Batman Cayi’nda gecen hafta cesedi bulunan 15 yasindaki H.D’nin oldurulme sebebi ile ilgili. Diyarbakir’da iki kuzeninin tecavuzune ugrayan ve bunun sonucunda hamile kalan H.D’nin tore karari ile kurban gittigi cinayetin haberi.
13 yasinda dini nikahla evlendirilen, sonra orada neler yasadiysa daha fazla dayanamayip baba evine geri donen bir kucucuk kadindan bahsediyoruz, bir kiz cocugundan ve tore cinayetine kurban gitmeyi normallestiriyoruz.
Kanuni’nin uckurunun pesinde “ecdadimiz elden gidiyor” diye kahve koselerinde konusanlar, ogullarinin kuzenlerine tecavuzunu tecavuz edileni oldurmek suretiyle ort bas edenler , Defne Joy Foster oldugunde kucuk kuzenlerini korumak icin koselerinde agizlarindan kopukler sacarak bize “ahlak” dersi verenler hep ayni insanlar farkinda misiniz?
Kimse kendilerine sormazken “ahlak” ustune, “namus” ustune, “milli ve manevi degerlerimiz” ustune fikir belirtenler, 15 yasindaki bir kucuk kadini oldurmek icin tetik cekmekten ve bedenini bir gole atmaktan cekinmeyenler ayni insanlar.
Ogullarina, kadinlarin onlarin “eglencesi” olmak icin yaratildigini anlatanlar ile, kadinlari her turlu kotulukten korumak icin yapiyoruz ne yapiyorsak diyenler ayni insanlar. Kuzenine tecavuz eden iki sucluyu yargiya teslim etmek yerine, zaten koca evinden kacip baba evine gelmis ailenin yuz karasi 15 yasindaki kadini infaz etmeyi hukuk sayanlar ayni insanlar.
Erkekliklerini kadin ve kadin bedeni ustunden tanimlamaktan baska meziyetleri olmayan adamciklar ile hak, hukuk gibi kavramlari tartismanin gereksizligini goruyorum. Ama umut etmemiz sart, suya bir tas atmamiz ve suyun en azindan dalgalanmasini beklememiz de sart.
Bu dunyaya karsi herhangi bir sorumlulugum yok, dunyayi daha iyi bir yer yapmak gibi bir misyonum da, ama kendime karsi bir sorumlulugum var; mutlu oldugum bir yerde yasamak istiyorum ve bu sekilde mutlu olamiyorum!
Biliyor ve inaniyorum ki, ilahi adalet var, o gencecik bedenlerin hesabinin sorulacagi bir gunun varligina inancima saglik!
Kaliniz saglicakla,
E.
Aslinda bu yazinin gecen ayin konusu olmasi gerekiyor, annemler buraya geldiklerinde neler hissettigimi toparlamayi bekledim ama sanirim, ve aslinda ne hissettigimi ilk andan itibaren bildigim kadar sesli soylemenin veya kelimelere dokmenin anlaminin da -en azindan benim kisisel tarihim icin- buyuk oldugunu bildigimi fark ettim. Hislerim sudur : “Benim evim New York”.
Oyle, hayatimin belirli bir doneminde yasamaya geldim, ve bu surede tabii ki egreti yasamayacagim “ev”i degil, aliskanliklar olusturdugum, sokaklarinin benim icin anlamlar kazandigi, hakkinda bitmek tukenmek bilmeyen bir merak icin de oldugum, guzelligine hayran oldugum, herkesin sevmesine ihtiyac duymadigim “ev”im.
Belki, basimi soktugum evim, benim evim diyip kapisini anahtarimla acmak “zorunda” oldugum ilk evimin burada olmasindadir. Belki bir kasirga surecinde annenle ve babanla kendini hic sorgulanmamis hemen insanin uzerine yerlesiveren bir guvenle otururken buldugun degil, 3 ay oncesine dek tanimadigin ev arkadasinla bir battaniyenin altinda kendinden baska kimseye yaslanmadan karanlik salonunda film izleyerek -elektrik yokken bilgisayarlarinin sarjini hunharca bitiren ev arkadaslarinin hikayesi de ayri bir yazinin konusu olsun-oturdugun evin burada oldugundadir. Belki yine ayni kasirga surecinde, evlerinde elektrik su ve internet olan gidebilecegin yerlerin teyzelerine,halalarina, amcalarina, dayilarina degil; bu sehirle birlikte hayatina giren insanlara ait olmasindadir. Kendini siklikla ve her seferinde daha da iyiye giderek mercimek corbasi yaparken bulmandir belki, “evindir” iste belkisi, soylesi boylesi yoktur.
Annenlerin sana “misafirlige” geldigi yer, senin evindir.
Iyi geceler,
E.
Bir doktora ogrencisinin talihsizlikleri,
1. Yagmur yagarken, bir eliyle semsiyesini acmaya calisirken diger eliyle uyanmak icin sabah kahvaltisi niyetine ictigi kahveyi tasimak ayni zamanda agzina dek dolu cantasina sahip cikmaya calismak,
2. Dersin baslamasina bes dakika kala siniftan tuvalete gitmek icin cikarken, kapiyi hocanin suratina gecirmek suretiyle acmak,
3. Ofiste bir dersin ne kadar zor ve zaman zaman bunaltici oldugundan bahsederken dersin hocasinin karsi ofiste olmasi,
4. Ayni hocaya seminerde montunu cikarirken dirsek atmak,
5. Anlasilamayan bir sekilde o hocanin doktora ogrencisini hala seviyor olmasi,
6. Sabah 4’de yatip ertesi sabah ders icin 7’de uyanmak ve dersin iptal oldugunu sinifin kapisinda hatirlamak,
7. Kafasinda ve kulaginin arkasindan birer kalemle gezip kalemlerin nerede diye dolanmak,
cok eglenceliymis meger doktora =)
1 ay, 1 yil derken 2 yili devirdim New York’ta, Mustafa Topaloglu’nun tum bilgeligi ile soyledigi “Zaman dedigin nedir ki Beyazit” lafini anliyorum simdi geriye donup son 25 ayda yasadiklarima,yazdiklarima bakinca.
Hemen yukardaki fotograf kolajimi cok seviyorum,hem son 25 ayimi, hem de doktoranin ilk ayini cok iyi anlattiklarini farkettim bir de. Bir kere dunya her zaman bildigim yorungesinde degil, onyargilarim, fikirlerim, degismez sandiklarim,degistiremem sandiklarimin hepsi ilk karedeki gibi tepetaklak oldular. Ben de degismez sandiklarim ile birlikte, elbette ki o kadar kolay olmadi ikinci karedeki yuz ifadesine alenen ya da icten ice burundugum cok oldu,ve hatta cevremdeki insanlarin bana karsi alenen o yuz ifadesini burundukleri daha cok oldu. Ama sonra teker teker ayni ucuncu karedeki gibi dengesini bozdum hayatimdaki canli/cansiz “onemlilerin” iki ayaklarinin ustune geri donebilenler oldu -hem benimle kalacagini bildiklerim onlar ve illa eski ve kadim degiller bazilari yeni hem de cok yeni-, bazilari iki ayaklarinin ustune donemeseler bile tek ayak ustunde kalmayi basardilar -en cok hayran olduklarim olabilirler,her duruma alisma yetenekleri ile-, bir de meger azicik “dengelerin” bozulmasini bekleyenler varmis-kagittan kule oldugunu farketmedigim iliskilerim, onyargi olmadigini sandigim onyargilarim, cok bilmisligimden miras fikirlerim hemencecik yikiliverdiler-ama iyi ki yikildilar onlar,cok minnettarim onlara.
Ve hepsinin sonunda burnumun dibine kadar sokulmus bir kameraya bile gulumsemeyi ogrendim,hala soguk bir nevale oldugum zamanlar az degil ama en azindan gulumsemeyi bilen bir soguk nevaleyim artik!
emine
Tam olarak iki sene once yine bir 26 Agustos gunu yapmistim Istanbul-New York seferimi. Iki sene once aklimda binbir turlu hayalle gecirmistim yolculugumu, iki sene sonra o hayallerin en onemlisi gercek olurken beraberinde endiseler de getirdi.
Guzel bir tatilin ardindan bindim bu sefer ucaga, Alacati’nin sakin zamaninda yapilan bir tatilin hemen ardindan. Denize, suya ve sakinlige doyulan bir tatilin hemen ardindan geldim New York’a. Guzel bir yaz gecip gitti, Morrissey konseri, Londra, Madrid, Unye, Fatsa, Cesme derken, iyi kitaplar okudum, guzel sarkilar dinledim, cok guzel yedim. Sevdigim ve yanimda olmasini istedigim yanlarinda olmak istediklerim insanlarla cogu kez Istanbul’da bazen Londra’da bazen Madrid’de bazen Cesme’de bazen Unye’de bazen Fatsa’da bazen whatsapp’de bazen BBM’de cogunda ev sicakliginda cok guldum, cok konustum, cok eglendim.
Birinci ay yazimda demisim ki “Sonra bazen,kimi insanlari hayatindan cikarmanin ne kadar onemli oldugunu anladim,zamani gelenin gonderilmesi gerektigini gordum,ama kavga ve dovusle degil kibarca bir daha karsilastiginda selam alip selam verebilecek denli medenice.” Cok dogru demisim, dedigimi de yapmisim kendimi takdir ettim bu konuda.
Bu yazdan bana kalanlardan onerilerim ise, Alacati’da Beyevi Otel’de kalin, Nil’i dinleyin, Poor Economics okuyun ve Unye’de Atik Otel’i ziyaret edin.
Evimi yerlestirirken annemin sesi cinladi kulaklarimda, doktora sinifim ile tanisirken kardesimin sesi vardi kulaklarimda ve bir hocam “Ogrenimizin, egitiminize karismasina izin vermeyin” diyerek Mark Twain’den alinti yaparken babam seslendi bana.
Istanbul’da olmak beni hem besledi hem de biraz aylak adamlastirdi sanirim, 23. ay yazisi da gecikmeli geliyor.
Temmuz ayinin ilk yarisi benim icin leyleklerin teker teker havalanarak Avrupa semalarina dogru yol aldiklari bir zamandi. Huseyin “Abla Londra’ya mi gitsek” dediginde ben coktan bavulumu toplamaya baslamistim.
Dedemin telefonda bize dedigi gibi masallah bize Allah bozmasin kardesligimizi. Kizkardesi olan kadinlar hep “insanin bir kizkardesi olmali” derler, bence onemli olan bir kadin olarak bir kizkardese sahip olmak degil, onemli olan kardes gibi bir kardese sahip olmak. Bundan iki sene once Amerika’nin Dogu Yakasini birlikte gezdigimiz zamanlari hatirlarken, bu ay Londra’yi arsinlarken dedemin bizim icin ettigi duanin onemini anladim yeniden.
Londra 2012 Olimpiyat acilisinin etkileyeceginden, canlandirilan tarihten de anlasilacagi uzere Buyuk Britanya -ozellikle Ingiltere ve Londra- kendilerine ait ozellikleri ile modern ve endustriyel dunyanin en onemli merkezlerinden biri. Londra’da iken de hissettiginiz tam olarak bu, dunyayi yeniden kurgulamak icin degil, var olani en iyi sekilde duzenlemek ve insanlarin hayatlarini kolaylastirmasini saglamak icin bir araya gelmis insanlarin yasadiklari ve yasamaya devam ettikleri bir habitatin parcasi olma hissi.
Ve elbette ki Londra denildiginde akla gelen kirmizi telefon kulubeleri, siyah taksiler, ve benim icin en onemlisi Sherlock Holmes ve Baker Street 21B adresi fotograf makinemizin lensinden kendilerine bir yol buldular.
Telefon kulubelerinin isinin disindan daha eglenceli oldugunu yazmisti adini hatirlamadigim bir kitapta adini hatirlamadigim bir yazar.
O zaman ben de icine girerim o kulubenin dedim.
Londra’da bulundugum 4 gun boyunca kac kere arabayi kimse kullanmiyor mu, bu arada nasil gidiyor diye irkildim ki, insanin aliskanliklarinin gercekten ne kadar kuvvetli oldugunu bir kez daha anladim.
Ama elbette ki sevgili Britonlar bizi fanileri dusunmusler ve bir trafik kazasinda olmememiz icin bize yardimci olmaktan kendilerini alikoyamamislar.
Ve tabii ki Sherlock Holmes, zeki adamlara hayranligimin nedeni hayali kahraman.
Londra’da hayatimin bir doneminden yasamak istedigim sehirler listesinde yerini aldi. Istanbul, New York, Londra ve Barcelona’dan olusan listenin ilk kismini hallettigime gore onumuzde iki sehir kaldi -simdilik- demektir.
Hyde Park’ta bisiklete binmedim de demem=)
Tesekkurler Londra
Ve Londra’dan sonra sira Madrid’e geldi. IPSA konferansi icin gittigim Madrid’i begenebilecegimi dusunerek gitmemistim aslinda Madrid’e. Sonucta kralin ve Franco’nun sehriydi benim icin Madrid. Yasamak istedigim sehirler listesine ekleyemedim kendisini fakat, guzel sehirdin sen Madrid diyebilirim rahatlikla.
Simgesi agactan meyve yiyen bir ayi olan bir sehir Madrid, eglenceli yani=)
Guzel kutuphaneler kitasi Avrupa…
23. ayin devaminda en guzel zamanlari bana yine iki Ingiliz yasatti, ilk once Harbiye Acikhava’da Morrissey bizi bu dunyadan alip bambaska bir dunyaya tasidi, hayatimda izledigim en guzel konserlerden biriydi, her ne kadar There is A Light That Never Goes Out soylememek konusunda israrci olsa da Morrissey diye bir gerceklik var bu dunyada.
Ve elbette Christopher Nolan ve Batman uclemesinin son filmi “The Dark Knight Rises”… Uclemenin son filminde bize oyle guzel seyler anlatti ki Nolan, kendisine ve yarattigi dunyaya saygilarimla…
Tabii ki 23. ayin tamami guzel anilarla gecmedi. “Icinde biraz da olsa ozgurluk kipirtisi tasiyan herkes”i rahatsiz eden olaylar silsilesinin fitilini Santralistanbul’da duzenlenecek olan Efes Pilsen One Love festivalin basina gelenler atesledi. Eyup “halk”inin hassasiyetleri nedeniyle senelerdir duzenlenen bu festivalin adi degisti ve tum izinleri tamam olmasina ragmen organizasyonda icki satisi yapilmadi. Olayin canimi sikan iki boyutu var birincisi Ismet Berkan’in cok guzel ozetledigi sekilde ” kendi ahlaklarini baskalarinin ahlaklarindan ustun gorme” gafletine dusebilenlerin varligi digeri ise dillerinden dusurmedikleri “sivil itaatsizligi” tam yerinde gerceklestiremeyenlerin omurgasizliklari. Santralistanbul “Eyup”te degil Eyup ilce sinirlari icinde, bu festival senelerdir yapiliyor, ve bizim butun izinlerimiz tamam hadi gelin de sattirmayin bakalim bira diyemeyenlerin baslarina gelen herseyi de hak ettiklerine inaniyorum ne yazik ki.
Bu inancim son olarak Bilgi Universite’si rektoru Remzi Sanver’in Basbakan Erdogan’in ” Ogrenci universitede alkol alip kafa mi bulacak ilim mi ogrenecek” aciklamasina “Bizler burada okuyan insanlarin kendi kararlarini kendileri alabilecek yetiskin kimseler olduguna inaniyoruz, buna alkol alip almama karari da dahil” diye cevap vermek yerine lafi eveleyip gevelemesi ile pekisti.
Universiteleri kamusal alan ilan edip universite kampuslerinde basortusu ile bulunulamayacagini dusunen zihniyet ile, universite kampuslerini kamusal alan zannedip kampuslerde insanlarin ne secimler yapacaklarina karisabilecegini zanneden zihniyetin arasinda bir fark goremiyorum ne yazik ki. Bir anti-demokratliktan digerine savrulurken hayatta iyi sehirler, guzel muzikler, sahane filmler, saheser kitaplar,leziz yemekler, ve iyi dostlar olmasa ne yapar insan diyorum.
Kalin saglicakla,
Emine
22. ay yazisi buyuyenlere, buyumemize destek olanlara, buyumenin zevkine varanlara, buyume sancisinin da en az buyumenin getirdikleri denli guzel oldugunu bilenlere, “keske simdi cocuk olsam” demeyecek denli ozgurlugune duskun olanlara, buyurken yanina aldiklarina simsiki sarilanlara, geride biraktiklarini artik hatirlamayanlara gelsin. Buyurken beni en cok etkileyenler biri olan Nora Ephron icin de gelsin, iyi ki vardin Nora Ephron!
O zaman bir de Turkiye’ye doner donmez etrafimizi saran politik soylemler ile ilgili neler hissettim ona gelelim.
Amerikan baskanlik secimlerinin -ozellikle Cumhuriyetci adaylar icin- en onemli (!) konularindan biri olan kurtaj Turk siyaset soylemine de girisini yapti. Bu konuda soylenecek cok sey yok, olay cok basit. Devlet ve temsilcileri kadinin bedenine dair verecegi kararlari duzenleyen ve kisitlayan uygulamalari destekleyemez ve/veya dayatamaz. Recep Tayyip Erdogan ise Turkiye Cumhuriyeti Basbakani sifatina sahip iken kisisel goruslerini kamuoyu ile paylasamaz. Recep Tayyip Erdogan, aile babasi olarak ise kurtaj konusunda istedigini dusunmek ve bu konuda kendi kisisel hayatinda istedigi kararlari almakta ozgurdur.
Hele ki, Uludere gibi bir olayi boyle bir konuda karsilastirma amacli kullanmanin ne akla ne de vicdana sigan bir yani yoktur.
O zaman akli selimle kaliniz,
Emine