Blog

Beddua Bile Edilmez Size

12-13 yasindaki bir kiz cocugunun, kendi rizasi ile 26 tane “adamla” sevisebilecegine inanan hukuk sistemine karsi hissettiklerimi anlatacak kelimeler yok sanirim guzelim dilimde.

“Dalga mi geciyorsunuz abiler” desem icindeki sarkazmi anlamazlar, “12 yasindaki kiz cocugunun kendi rizasi ile sevisebilmesini bana bir aciklayin” desem o kadar akillari oldugunu sanmiyorum, ama peki ya “vicdan” – ne kadar cok arar oldum vicdani bu gunlerde- o da mi yok acaba bu karari onayanlarda.

Nasil bir ataerkillik, nasil bir kol kirilir yen icinde kalir sosyopatligi, nasil bir 12 yasinda, 22 yasinda, 32 yasinda, 42 yasinda, 52 yasinda kadin degil mi, kesin rizasi vardir, o ne yere bakan yurek yakandir o, “erkekligi” icinden gectigimiz.

Cekin ellerinizi cocuklarin bedenlerinden, “erkek” olmak “vicdanli ve adil” olmaktan daha genel-gecer bir kavram ise yasaminizda onurunuzla birakin ustlendiginiz gorevi.

Kaddafi ve Sosyal Devleti

Arap Bahari diye anilan Ortadogu ve Kuzey Afrika ulkelerinde halkin kendilerini uzun ama upuzun yillardir yoneten diktatorlerine karsi ayaklanip, yeni bir hayat istemesinin ilk fitili Tunus ve Misir’da ateslenmisti. O zamanlar Misir ve bolgede olup bitenler hakkinda “Kahire’nin Mor Gulu” basligi ile yayinladigim blog yazimda, yeni yeni kipirdanmaya baslayan Libya icin Kaddafi elinde bulunan ekonomik imkanlari kullanarak bu ayaklanmayi durdurabilir demistim, gecen hafta Kaddafi’nin Sirte yakinlarinda olmesi ile bu ayaklanmayi durduramadigi ve durduramayacagi ortaya cikmis oldu. Peki ben yanildim mi? Pek sayilmaz!

Kaddafi 42 yillik, evet dogru okudunuz 42 yil yazi ile kirk iki, iktidarini bir kabileler ulkesi olan Libya’nin petrol kaynakli zenginliginin kabileler tarafindan “esit” paylasilmasi esasina dayanan korku imparatorluguna borcluydu. Ayaklanmanin ilk evrelerinde yaninda olan diger kabileler ve o kabilelerin reisleri ise Avrupa’nin NATO araciligiyla yapacagi hamleyi onceden kestirerek desteklerini Kaddafi’den cektiler. O an, Kaddafi’nin sunabilecegi ekonomik vaatler azaldi, o an Kaddafi Sirte’ye, kendi kabilesinin guclu oldugu Libya sehrine, kacmasi gerektigini anladi.

Kaddafi iki onemli yerde hamlelerini yanlis oynadi, ilki 2004 yilinda elinde bulunan kitle imha silahlarini NATO’ya teslim etmesiydi, akli basinda herhangi bir diktator elinde bulunan kitle imha silahlarini teslim etmemesi gerektigini ogrenmis oldu boylece, – tabii burada unutulmamasi gereken teslim etmekten baska care olmayisidir aslinda, senin insan kaynaginla, senin akil gucunle yapilmamis kitle imha silahlarini kullanmayi basaramayacak oldugun gercegi ile yuzlesmek zorunda oldugun da unutulmamalidir-. Ikinci yanlisi ise , yapabilecekken cantasina bir kac yuz milyon dolar koyup bir Afrika ulkesine kacabilecekken 42 yillik iktidarindan vazgecmemis olmasiydi.

Kaddafi olumuyle bize aci bir gercegi de gosterdi, kendisinden iktidari devralmak icin yola koyulan Ulusal Gecis Konseyi’nin Kaddafi’den cok ayrismadigini. Misir’da Husnu Mubarek, kendisinin muhaliflerini asla gostermedigi bir adillikle yargilaniyor, bir zamanlar – ne olursa olsun- o ulkenin yoneticisi oldugu unutulmuyor ve yargilaniyor, hatta ilk durusmasi canli verilen bu yargilama surecinin devami Mubarek’in rahatsizligi ve adaletin bir intikam mekanizmasi olmadigi gerekcesi ile canli yayina kapatildi. Tunus ise gecen hafta secimlerini yapti, Zeynel bin Abidin hastaligi nedeniyle su anda multeci olarak kaldigi Suudi Arabistan’dan geri cagrilmiyor ve kimse kendisini oldurme planlari yapmiyor. Cunku Misir ve Tunus ekonomik esitsizlik ile baslayan devrimlerinden baska bir hayat bekliyorlar, onlar intikam almak icin degil yeni bir hayat icin oradalar.

Bu hafta icinde Libya ile ilgili bir baska sey dikkatimi cekti, canim ulkemin guzide televizyonu Ulusal TV’nin yayinladigi bir video gosterisinde Libya’nin nasil bir sosyal devlet oldugu anlatiliyor?

-Libya’da yeni evlilere ev verilirdi.

Tabii  Kaddafi’nin dunyanin en basarili diktatorlerinden biri sayilmasinin sebeplerinden biri budur eminim, kendisi petrol kaynakli zenginligi ile dunyanin en zengin insanlari arasindayken halkini da dusunmus olmali yoksa dile kolay 42 yil bir ulkeyi yonetemezsiniz. Ama ufak bir sorunumuz var, yeni evlisiniz ve Kaddafi rejimi size bir ve veriyor, yani nerede yasadiginizi cok iyi biliyor. O zaman bir gun cani bu cifti tutuklamak isterse kapiniza gelip sizi alir ve bir daha ne yargilanacaginiz ne de gunes isigi goreceginiz yeni “evinize”  goturur. Ya da belki Kaddafi ve/veya ogullarindan biri esinizi begenir, onu kisa sureli odunc almak isteyebilir degil mi? Ama olsun size bir ev verdi! Demokrasi, adil yargilanma, can mal guvenligi diye bir sey duymus muydunuz?

-Libya’da herkes universite mezunuydu ve yuksek lisans yapmak isteyenlere destek verilirdi?

Libya’nin guzide universitelerinden birinden mezun oldunuz, baska dunyalar oldugundan haberiniz var gibi, ve yuksek lisansiniz icin basvuru yaptiniz, kabulunuzu aldiniz. Kaddafi rejimi de sizi destekledi, sansli hissediyor olmalisiniz. Ama bir yanlislik var, baska dunyalarda isler daha farkli yuruyor gibi, mesela ne zaman yapilacagi belli, herkesin oy kullanma hakkinin oldugu, adina secim denilen bir siyasi mekanizma var, bir ulkeye 42 yil yoneten devlet baskanlari yok, bir de adina vergi denilen bir mekanizma var, devlet harcamalari icin insanlarin kazanclarindan harcamalarindan bir miktar kesiliyor ve vergi yolu ile insanlar devletten “hesap” sorabiliyorlar, ne kadar enteresan seyler degil mi? Bunu Libya’da uygulayabilir miyiz acaba? Sanmam, Kaddafi’nin gazabina ugramak istemeyiz degil mi?? Demokrasi diyorum yeniden, duydunuz mu hic?

Bu liste boyle uzayip gidiyor, ama bir kere bile Kaddafi’nin ulkeyi 42 yildir yonettigini kimse hatirlamiyor, dogal kaynak zenginligi olan ulkelerin halklari icin o zenginligin bir lanet oldugunu kimse hatirlamiyor, en onemlisi demokrasi bir koseye atilabilecek denli degersiz goruluyor.

Diktator diye nitelendirdigimiz yoneticiler halklarini tamamen ac, sersefil birakmazlar, onlara minimum yasam standardini saglamaya calisirlar ki kimse kafasini kaldirmaya cesaret edemesin veya o gucu bulamasin, o nedenle onlar ulkelerini 42 yil yonetebilirler, demokrasi ise liderlerin korkulu ruyasidir, cunku denetlenirsiniz, secimle is basina getirilir ayni secimle is basindan gonderilirsiniz. “Demokrasi guzeldir” haberiniz ola!

 

14.Ay

 

 

Tarifsiz acinin ve tarifsiz korkunun fotograflanmis haliydi Yunus, Yunus bu ulkenin gectigimiz hafta neler hissettiginin fotografiydi. Ilk once “Neler yapmadik ki bu vatan icin, kimimiz olduk kimimiz nutuk soyledik” diyen Orhan Veli’yi yine hatirladik. Ilk nefessiz kalmamiz, ilk acinin kalbimize coreklenmesi 23 “cocugun”, “dostun” “sevgilinin” ve en onemlisi hayatinin cok basinda 23 “bireyin” Cukurca’da sehit dusmesi ile oldu.

Sonra, birden bire bir sabah Van sarsildi, sarsilmak ile kalmadi uzerimize yikildi, vicdanlarimiza yikildi. Yunus o zaman vicdanin fotografi oldu, “Aglama sirasi onlarda” diyenler  ile ” Yunus’u yolda oldurduler” diyen Ozgur Gundem gazetesinin aslinda ayni vicdansizligi paylastiklarini gosterdiler bize. Acidan derin derin ve kesik kesin nefesler almaya calisirken bu ulke, onlar yureklerinin karasini calmaya calistilar ustumuze.

Ama gurur duydugum seyler oldu kilometrelerce uzaktayken, yenilmedik ne nutuk atanlara ne de vicdan yoksunlarina; cunku biz cok guzel bir ulkeyiz aslinda!

Vicdan

Bazen olur boyle, acidan nefes alamaz hale gelir insan bunyesi, ulkeler de canli organizmalar gibidir, acidan nefes alamaz, beynine yeterli miktarda oksijen ulastiramaz, hersey ust uste gelir, neye tutunsa elinde kalir, ya da oyle gelir. Tam bir haftadir boyle hissediyor yalniz ve guzel ulkem*, derin bir nefes al Turkiye, derin bir  nefes al ve yaralarini sar.

*bu guzel tanimlamayi bize kazandiran N. Bilge Ceylan’a saygilarimla.

Van’da yasanan deprem felaketi icin yardimda bulunmak isteyenler Kizilay’a butun operatorlerden 2868’e mesaj gondererek yardim edebilirler.

Bilmedigimiz Acilara Burnumuzu Sokmak

Sinemanin insanligin begenisine sunulan en onemli iki  sanat dalindan biri oldugunu dusunurum, digeri ise edebiyattir. Bana, insanligin hallerini, insanlik hallerini bu iki sanat dalindan daha etkileyici anlatabilen olmadigi icin olsa gerek bu hissim.

O nedenle Angelina Jolie’nin ilk yonetmenlik/senaristlik denemesi olan ” The Land of Honey and Blood” filminin adinin, unlu aktrisin Turkce bir kelime olan Balkan sozcugunun karsiliginin bal (honey) ve kan (blood) oldugunu ogrenmesi ile kararlastirildigini ogrendigimde etkilenmistim.

Ve fakat is filmin konusuna gelince etkilenmem yerini derin bir kizginliga birakti. Bir kac ay oncesinin gazete haberlerinden de hatirlayacaginiz uzere filmin Bosna Hersek’te galasi yapilmayacak, bu haberin enteresan yani ise filmin temasinin 1994 Bosna Hersek savasi – ya da katliami- olmasi. O zamanlarda gazetelerde yer alan habere gore bu reddedilisin sebebi filmin esir kampinda yasamak zorunda kalan bir Bosnali kadin ile  Sirp askeri arasindaki ask hikayesinin Bosnali kadinlari rahatsiz ettigi yonundeydi, o gun bugundur Birlesmis Milletler Iyi Niyet Elcisi olarak atanmis bir kadinin boyle bir senaryo yazmayacagina dair inancimi kaybetmedim, yanlis anlasilmis ve yanlis aktarilmis bir haber oldugunu dusundum, ama heyhat sayin Jolie kendi agziyla hikayenin bu oldugunu anlatmis Vanity Fair dergisine “yanlis anlasildigini ve filmin butunune bakilmasi gerektigini” eklemeden gecmemis.

Iste o zaman asagida okudugum haber dustu aklima

 http://www.ntvmsnbc.com/id/25287973/

Haber Sirp askerlerinin sistematik tecavuzune ugrayan Bosnali kadinlarin terk ettikleri cocuklarinin Avrupa’nin cocuk pornosu pazarinda nasil kullanildigini anlatiyor ve iki kucuk cocugun yardim cigligini iceriyor. O zaman nasil oluyor da UNICEF Iyi Niyet Elcisi, 6 cocuk annesi, iyilerin dostu sevgili Angelina bu filmi cekebiliyor olmaktan cekinmiyor.

Bal ve kan topraklarinda yasanan insanlik dramini romantize etmek icin, insanligi bize hatirlatmak icin yola cikilacak ise eger secilen yol Angelina Jolie’nin sectigi olmamali. Toplu ve sistematik tecavuzun bir savas sucu sayildigi, ve Sirp askerlerinin bu suclama dolayisiyla yargilandigi ve yargilanmasinin talep edildigi gunumuzde acik yaralarin uzerine tuz basmaktan baska ise yaramayan bu davranisin neyi amacladigini anlamakta gucluk cekiyorum.

Sanirim bilmedigimiz acilari, tatmadigimiz caresizligi romantize etmekte cok bonkor davranan bir ruh haline sahibiz, hic tecavuze ugramamis insanlarin Fatmagul’un Sucu Ne ve Iffet dizilerine reyting rekorlari kirdirdiklari, bu diziler ustunden esprilerin yapilabildigi, BM Iyi Niyet Elcilerinin Bosnali kadinlari Sirp askerlere asik ettikleri bir dunyanin baska bir izahatini bulmam mumkun gozukmuyor cunku.

13. ay

Degisik bir yazdi geride biraktigim, ama 5 Eylul’de New York’a  geri dondugumde evime donmus gibiydim, birden fazla evim oldugu duygusuna sahibim, hatta bir kaplumbaga olabilirim ben neredeysem evim orasi.

Okuluma, okumalarima, derslerime geri donmek sasirtici derecede yenileyici ama ayni derecede yorucuydu, sevdigim sokaklarda yeniden New York’u benim icin guzel yapan insanlarla dolasmak en basitinden mutluluk vericiydi, yeniden spora baslamak en aci vereniydi ama tabii ki Rocky izleyerek buyumus her cocuk gibi ben de “Aci yok” diye gecirdim icimden arka fonda, benim icin, “Eye of the Tiger” calarken.

Davetim hala gecerli, ziyarete geliniz efenim!

 

Allahismarladik Beyrut (Simdilik…)

Edmondo de Amicis, Cocuk Kalbi kitabinin yazari,  Istanbul 1874 isimli kitabini Istanbul’da yasarken yazamamis; sehir onu oylesine buyulemis ki oturup hissettiklerini, yasadiklarini, gorduklerini anlatabilmesi icin once Istanbul’dan ayrilmasi gerekmis.

Tam da ayni yerdeyiz simdi kendisi ile, beni de  Beyrut oylesine icine cekti, kendine karistirdi ki, yazacaklarimi toparlayabilmek icin zamana ihtiyacim var sanki, ama yazacagim cunku Beyrut’u yazmak en cok istedigim seylerden biri.

Simdilik allahismarladik Beyrut, bir daha gorusene dek…

E.

11.Ay

11.ay dedik ama, kisisel tarihime bu notlari New York’tan degil, Beyrut’tan dusuyorum bu kez.

Beyrut, cocuklarini uzun ve acimasiz ic savasa, Israil bombardimanina kurban vermis,ama guzelliginden hic bir sey kaybetmemis “kayip” sehir. Beyrut’u anlat deseler bana, evlerine bakin derim, yikik dokuk, kursun izi dolu evlerine; yorgun ama cesur evlerine,umudunu gelecek nesillere saklamis ama gururunu hic kaybetmemis evlerine;bir gece once bombalanirken ertesi gece herseye ve herkese inat “habibi,habibi” nidalari ile gulen,eglenen evlerine;kuzeyinde de guneyinde de ayni silahlardan cikan kursunlar ile birbirlerini vuran “kardeslerin” yasadigi evlerine.

Insan hayatini kolaylastiran her turlu konfordan uzak bir sehir aslinda Beyrut, fotograf makinemin Amerika uyumlu fisini, Beyrut prizlerine uygun hala getirecek donusturucuyu bulmam bir haftami aldi, taksilerde taksimetre yok dolayisiyla taksiye binmeden once taksici ile uzun suren bir pazarlik surecine giriyorsunuz -benim bu konuda bir sikayetim yok,Arapca ogrenmek icin geldigim bu sehirde bundan daha iyi pratik olamaz-, sokak adlari yok, yer tarifleri “Muhammed’in evinden sola donunce”, “Mireille’in kirmizi panjurlu guzellik salonunda yaninda” gibi yer betimleri ile yapilmakta, ama bu kaosun icinde bunalmiyorsunuz, enteresan bir cekiciligi var kaosunun. Ornegin, Kahire’nin kaosu insani bunaltir, bir an once alistiginiz standardlara donmek isterseniz,ama Beyrut yaramaz ve sevimli bir oglan cocugu edasiyla sizi pesine takip maceradan maceraya suruklerken yuzunuzde hep bir gulumseme var.

Belki de, taksilerinde taksimetre olmayan sehrin Starbucks’unda vale park hizmeti oldugu icin ilgi cekicidir, ya da adlarini bilmediginiz sokaklarda iki adimda bir her daim kalabalik guzellik salonlarinda sen kahkahalari ile “guzellesen” Beyrutlu kadinlar oldugu icin ilgi cekicidir, bu kaosun icinde size yol veren, sizin icin kapilari acan Beyrutlu erkekler farkli kiliyordur belki de bu sehri, ya da Kuzeyinden Guneyine dogru yol alirken degisen hava sizi sarmaliyordur; herkesin cevabi baskadir bu soruya, ama benim cevabim e) yukaridakilerin hepsi

Buraya gelmeden once -gelen, gelmeyen- herkesten Beyrut’un gece hayatinin inanilmaz oldugunu duymustum, durust olmak gerekirse abartildigini dusunmustum,ama yanilan-hem de feci sekilde yanilan- ben oldum,kaliteli bir muzik ve kaliteli bir servis kulturu var. Ayrica kuvvetli bir espri anlayislari da var, savas sirasinda siginak olan bir yeri “Siginak” -Bomb Shelter- adiyla bir gece klubune donusturecek kadar!

Ic savas sonrasi Refik Hariri tarafindan yeniden yapilandirilan Esrefiye, -ya da Lubnanlilarin cogunun tabiri ile Downtown- Istanbul’un Akaretlerini andiriyor, ama Lubnanlilarin da deyimiyle biraz Disneylandvari bu bolumde kendinizi Lubnan Kultur ve Turizm Bakanliginin film cekiminde gibi hissediyorsunuz.

Entellektuel ve sasirtici Beyrut ise Hamra Caddesinde, ic savas doneminin unlu kafeleri Cafe de Prag ve Cafe Younis hala Beyrut entelijansiyasinin bulusma mekani, gunduzleri uzun siyasi tartismalarin yapildigi bu mekanlar geceleri alternatif ve kaliteli birer gece klubune donusuyorlar, Beyrut’ta her sey cok cabuk baska bir sey oluveriyor aslinda!

Adini bile bilmedigim sokaklarinda kayboldugum, – yollari denize cikan sehirlerde kaybolmak korkutucu degil eninde sonunda denizi gorunce yonunuzu de tayin edebiliyorsunuz-,evlerine hayranlik besledigim, humusuna ve fatoush salatasina bayildigim, rengarenk ama huzunlu bir sehire hayran olmamam elde degildi,ben de oldum gitti!

E.

Der Spiegel Says/Der Spiegel Der Ki.

“Europe was seen as a success in need of little maintenance — one that could handle the Greeks. Instead of paying attention to the truly relevant factors, a religious and cultural identity debate was pursued — a debate that made it possible to keep out the Turks while allowing the Greeks, Bulgarians and Romanians to join the EU. From the standpoint of financial and monetary policy, at least, Europe would be better off today if the opposite had been the case.” Der Spiegel, July 2011

“Avrupa, az sayida duzenlemeye ihtiyac duyan bir basari olarak goruldu. Oyle bir basari ki, Yunanlilari bile idare edebildi. Gercekten onemli olan etkenler yerine, Avrupa’nin dini ve kulturel kimligi uzerine tartismalar surduruldu, ve bu tartisma ile Turkler Avrupa’dan uzak tutulurken Yunanlilar, Bulgarlar ve Romenler Avrupa Birligine katildi. Islere, en azindan ve en basitinden, maliye ve para politikalari acisindan bakarsak, eger bunun tam tersi yapilsaydi, sonuclari Avrupa icin daha iyi olurdu” Der Spiegel, Temmuz 2011