Hakkini Helal Et Ozgecan!

“Bir kadin olarak ulkem yok, bir kadin olarak butun dunya benim ulkem” Virginia Woolf.

Ben Virginia Woolf’un yukaridaki sozunu her okudugumda, her dusundugumde aklimda kendini “kadin” olarak tanimlamanin ne kadar mesakketli oldugu aklima geliyor.

Insanlar, genellikle, ulkelerini “ev” ile, “guvende hissetmekle” eslestirirler; kadinlarin ulkelerinin olmamasi belki de bu yuzdendir.

Dunyanin her yerinde kadin olmak dikkatli olmak, kadin olmak hic bir zaman kendini tam anlamiyla guvende hissetmemek oldugu icin belki de dunya bizim ulkemiz.

Kadinlara akil veriyoruz hepimiz, dogduklarindan ve kendilerini kadin olarak tanimladiklari andan itibaren. Erkeklerin“dogasi” geregi kendilerini kontrol edememe ihtimalleri oldugunu ogretiyoruz ki dikkatli olsunlar. Ayrica erkeklerin, yine her seyi aciklayan dogalari geregi, kadinlarin koruyucusu oldugunu da ogretiyoruz ki “adam gibi” erkeklere ilgi duysunlar (mazallah kadinlara ilgi duyan kadinlardan Allah saklasin (!!!!) )

Bugun Ozgecan’in tabutunu omuzlayip yarin ogullariniza hic bir sey ogretmeyecek ama kizlariniza “dikkatli olmalarini” ogutleyeceksiniz, indirin Ozgecan’i omuzlarinizdan!

Bugun Ozgecan icin aglayip yarin ogullariniza dunyanin en sahane varliklariymis gibi davranacaksiniz, ve her seyin en iyisini onlarin hakkettigine cani gonulden inanacaksaniz, aglamayin Ozgecan icin… (Hayir kimsenin oglu ile bir derdim yok,Allah ogullarinizi size bagislasin. Ama bu ulkenin erkeklerini bu ulkenin kadinlari yetistiriyor unutmayin. Bu ulkenin kadinlarini da bu ulkenin kadinlari yetistiriyor, onu da unutmayin. Bir yerlere cok uzun olmayan bir zaman once sunu yazmisim mesela: “140journos’tan Engin Onder: “Nasil ataerkil bir toplumsa, kadin hesabi odemek istiyor fakat garson, erkegin olurunu almadan odemeyi almiyor.” Cok uzaklara gitmeyin bu hepimiziz, en yakin kiz arkadaslarimiza, kizlarimiza, yigenlerimize, torunlarimiza ilk bulusmada ve sonrakilerde hesabi kimin odedigini soranlariz; masadaki erkeklere hesabin uzatilmasina sesimizi cikarmayanlariz; cikaranlara “feminist feminist konusma” diyenleriz.. O yuzden once kendinizi, sonra sizi yonetenleri elestiriniz.”)

Bugun Ozgecan icin adalet isteyin, intikam degil! Adalet isterken de kadina akil vermeyin, erkege egitim verin.

Kizlariniza dikkatli olmayi degil, ogullariniza tecavuz, taciz etmemeyi ogretin!

Bi zahmet, ayrica, bari bugun Grinin Elli Tonunu izlemeyin! (Evet, akil veriyorum su anda. Ve evet geri adim atmayacagim)

Bir de habercilerinizden, blog yazarlarinizdan hikayeyi vahset pornosuna cevirmemelerini talep edin! Kadinin kurban oldugu estetize edilmis habercilige karsi cikin!

Ve son olarak asagidaki yaziya dikkat kesilelim hep beraber. Gunluk ve sacma sapan siyasetinizden daha onemli, sistematik bir sorun var ortada. Gunluk siyasetin gerizekali cemberine sokmayin kadina siddeti!  http://istifhanem.com/2013/03/30/kadincinayetleri/

Puslu Kitalar Atlasi

Alin, okuyun, okutun. Hayatinizda en deger verdiklerinize kitabi ve “duslerinizi” hediye edin.

23419

”yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktı. ” Ihsan Oktay Anar, Puslu Kitalar Atlasi.

Yine yeniden merhaba!

New York’a yerlesmemin uzerinden dort yil, en son bir ayin yirmiyedinci gununde buradaki hayatim hakkinda yazmamin uzerinden ise on dort ay gecmis.

 

Bu blogu, veya bir cesit New York gunlugumu, yazmaya basladigimda sanirim aslinda buraya bir gun “evim” gozuyle bakacagimi icten ice dusunmuyormusum. Arada evim oldugunu ima eden yazilar yazmisim, yazmamis degilim ama bu farkli, bu senenin hissi farkli. Yapmaya calistigim basi sonu belirli bir sure zarfinda yasayacagim bir sehirde basima gelenleri, onlarin bana hissettirdiklerini kayda gecirmekmis. O nedenle blogun tanimini “Hayatimi yuksek sesle yasamak icin buradayim demis ya…” koymusum, ve alt basligini “Bir Otosptucunun Galaksi Rehberi”nde hayatinin anlami oldugu ileri surulen 42 sayisi olarak belirlemisim.

 

Dort yilin sonunda New York’un DA “evim” oldugunu icsellestirdim, insanin birden fazla evinin olabilecegini de. Hem kaplumbaga gibiyiz, hem de degiliz. Hem evimizi sirtimizi tasiyoruz aslinda ve biz nereye gidersek sirtimizda —icimizde— goturuyoruz, hem de bir moda tutkunu gibi hayatimizin her sezonuna gore degistiriveriyoruz.

 

Gectigimiz on dort ay ise hayatimi yuksek sesle yasamanin bana gore olmadigini ogretti; fakat yine de tutacagim o tanimi cunku yuksek sesle bir hayati yasamanin binlerce cesidi olduguna da ogrendim. Her ne kadar tanidigim en zeki ve en guclu kadinlardan biri tarafindan bana soylenmis olsa da, hayatimin herhangi bir aninin asla geri gelmeyecegini, bu nedenle elimden gelenin en iyisini yaptiktan sonra olaylarin akisi istedigim gibi gitmediginde maratonun ortasinda yere cokup kendime acimak yerine kosmaya devam etmem gerektigini kafami duvara olanca hiziyla toslamadan ogrenmedim. Artik ogrendim, umuyorum. O on dort aya gelince, her doktora ogrencisinin basina gelen/gelebilecek olan seylerden baska bir sey degildi, yani aslinda hic bir sey degildi donup bakinca.

 

Bundan sonra bu blog her ayin yirmiyedinci gununde degil daha sık guncellenecek, daha degisik iceriklerle baska bir iletisim aracina donusecek. Otuzuncu yas gunumu o on dort ayin icinde kaybetmis olsam da, otuzlu yaslarimin baslangicina yarasacak.

 

Ve en son olarak on dort ayin isimsiz kahramanlari, isimsiz degilsiniz elbette ama isminiz ben de kalacak benim icin ne ifade ettiginiz “yuksek sesle” yasamanin binlerce baska turunun oldugu anlardan biri, tesekkur ederim.

 

Emine

 

Brooklyn, New York.

Kafka’nin Donusum eserinin cevirmen onsozunde bulunan asagidaki satirlar “tam yerine rastgeldi manzara koyduk” dedirtecek cinsten.

Malina‘yi cevirdigim donemde, yasamim bana gore “onsuz olunamaz” sevgilerin egemenligi altindaydi; askin kacinilmaz bir yazgi gibi yasandigi Malina‘yi o nedenle bir solukta cevirebilmistim. Kafka’nin kapisini caldigimda ise, artik sevgiler benim icin yazgi olmaktan cikmis, yasamimda onlarsiz olamayacagim kimseler kalmamisti. Olaylara ve insanlara —en onemlisi, insanlara— belli bir uzakliktan bakmayi ogrenmistim.

(Kafka, F., cev. Ahmet Cemal, Donusum, Can Yayinlari, 2009

How NOT to Think About Game Theory

“Insensibly one begins to twist facts to suit theories, instead of theories to suit facts”

Sherlock Holmes,A Scandal in Bohemia

 

 

In an article he has written for Symposium magazine, Ariel Procaccia advices on how to understand game theory. However, the assertion he provided on how and when game theory is useful has some flaws, but the most important one which is the root of all can be summarized by the Sherlock Holmes quote above.

 

“So it would seem that game theory has saved the world from thermonuclear war. But does one really need to be a game theorist to come up with these insights?[…]But the type of strategic reasoning underlying Cold War policy does not directly leverage deep mathematics — it is just common sense.”

 

Dr. Procaccia asserts that game theory –by the virtue of studying strategic interactions between rational players of any kind and form—is there to provide “wisdom” and “reason” to decision makers. On the contrary, game theory is the study of understanding the “wisdom” and “reason” adopted by the so-called players of the game.  To answer his question, one does not need to be game theorist to come up with these insights, but one has to be game theorist to understand under what conditions one comes up with these insights.

 

In what kind of information environment is the game being played? What are the actions available to players? What are the payoffs related to those actions, given all the other players’ actions? Are there any uncertainty regarding the type of players? or Are there any uncertainty regarding the payoff structure as global games will suggest?  Those are the questions asked and answered by the game theorist upon observing a strategic interaction either in Cold War or in a Jane Austen novel.

 

This simplified understanding of game theory continues when the article cites Ariel Rubinstein’s definition of game theory as  “collection of fables and proverbs” . Game theory is indeed collection of fables and proverbs, which are merely generalization of real-life situations.  However, this does not belittle the explanatory power of game theory in political science, definitely not in the International Relations and/or Comparative Politics of parliamentary democracy. The fable “The Tortoise and the Hare” is not there to teach the children about the relative speed of both animals, but the relative wit of them. Game theory is not there to help social scientist to explain single events with a specific context but to help them have structural foundations of observed phenomenon.

 

I think students who are taking online game theory courses with the understanding provided by the article will be in there for disappointment, as will their professors.

 

Serebnica

“Tam 18 yil once bugundu. Katliamlarin baslamasi an be andi, korku icinde beklesiyorduk.Bosna’da 5 sehir yillardir kusatma altindaydi; Sarajevo, Gorajde, Zepa, Srebrenica, Bihac.  Mostar bir sure once biraz olsun rahatlamisti.400 bin insanin yasadigi Sarajevo’da dis dunya baglantimiz eni-boyu 1.5m olan 800 metre uzunlugundaki tuneldi.Sarajevo’ya gunluk ortalama 3 bin havan topu dusuyor, keskin nisancilar goz actirmiyordu. Hergun haber oncesi ceset sayiyorduk.Ama biz yine de Gorajde, Zepa ve Srebrenica’ya gore sansliydik, az da olsa (cogunlukla mafia araciligiyla) sehre yiyecek giriyordu.Savas sirasinda iki kez gidebildigim Gorajde’de gordugum; yaralilari kurtarabilmek icin odun testeresiyle kol, bacak kesiyorlardi.Ikinci Dunya savasinda fasistlere karsi direnisi ve yenilmezligiyle bilinen Zepa kenti de inim inim inliyordu.Sirbistan sinirina en yakin diger Bosnak kentlerine en uzak olan Srebrenica’ya ise ulasilamiyordu.Srebrenica’yla baskent Sarajevo arasindaki tek iletisim arasira da olsa kurulabilen telsiz baglantisiydi.Haziran sonlariydi, kurulabilen son telsiz baglantisinda Srebrenica’lilar bizlere veda ettiler. Yasanacaklari biliyor, bekliyordular.Sehirdeki Bosnak komutan (Milosovic’in eski korumasi) 3ay once sehirden cikartilmis, silahlari da BM Hollanda askerlerince toplanmisti.Toplu katliamlarin baslayacagini biliyorduk. Dunyadan bir avuc gazeteci de haberlerimizin artik hic1 hukmu olmadigini coktan ogrenmistikVe kiyim 11 Temmuz 1995 sabahi basladi. Havada Nato, karada BM askerleri, istihbarat orgutleri katliamlari an be an uydudan seyrettiler.Bir haftada 10 bine yakin insan katledildi. Katlimlarin sonrasinda girebildigim Srebrenica’da gorduklerim dehset vericiydi.Insanlari depolara doldurup tarayip bombalamslardi.Duvarlar kafa derileri, kanli el izleriyle doluydu yerlerde de saclar ve disler vardi.Sonra da buldozerlerle toplu toplu gommusler, taninmasinlar diye uzerlerine asit dokmuslerdi.Kurtulabilen az sayida insan daglari asip yuruyerek Tuzla’ya geliyorlardi. Cogu delirmisti, delirenlerin saclarini kaziyorlardi.Her seyini, tum sevdiklerini kaybetmis cok sayida insan da intihar ediyor, yollarda kendilerini agaca asiyorlardi.Kurtulabilenleri o yaz sicaginda Tuzla havaalanina yigdilar. Etraf gunes gozluklu klimali arabalarindan cikmayan yabancilarla doluydu.Vahabi yardim orgutu de oradaydi. 5 yasindaki cocuk ta olsa, basini ortmeyene, dua ezberlemeyene ekmek vermiyorlardi. Kizilay ise yoktu.Colunu cocugunu kaybetmis Bosnak analar yllardir asit tarlalari icinde sevdiklerinin kemiklerini arar. Bulunanlarin ki tekrar gomulur.Bu yil da, yani yarin Srebrenica’da 400 den fazla cenaze kalkacak.Sembolik te olsa katillerden tutukalannlar oldu ancak hepsi yavas yavas salindi. Yalnizca gectigmiz ay buyukbaslardan 3u.Abileri koruyor.Katillerin kazandigi dunyada inanabilecegimiz hic bir sey birakmadilar.”

Serif Turgut, Temmuz 2013.

“Katillerin kazandigi dunyada inanabilecegimiz hic bir sey birakmadilar…”

Misir’da Bugun Ne Oldu

Misir’da bugun darbe oldu, nokta.

Halk, Mursi’nin iyi yonetemedigi son bir yil icin ayaklanmisti, ordu hemen sahayi ele gecirdi.

Sahanin ele gecirilmesinde Mursi’nin ve Musluman Kardeslerin payi buyuk bu arada, askere dokunmazsak “Misir’i yoneten 30 ailenin ekonomik cikarina” dokunmazsak bize yonettirirler sandilar, ne demokratik ne ekonomik reformlari yapmadilar, yapamadilar. Ama artik onemi yok cunku Misir tarihinin en durust secimiyle is basina gelen ilk Cumhurbaskani darbe ile devrildi, “ama”si “cunku”su yok.

Asker yonetime Anayasa Mahkemesi Baskani araciligiyla el koydu. Anayasa rafa kaldirildi, en kisa zamanda yenisinin yapilacagi soylendi. Secim kurallarinin gecici hukumet tarafindan degistirilecegi aciklandi.

Burada not duseyim: Musluman Kardeslerin onemli yoneticileri tutuklandi bu gece, diger kismi da muhtemelen yeni secim yasasi ile secimden men edilecek. Insallah ben haksiz cikarim ama gorunen o.

Ilk aciklamada “basin kuruluslarinin calismalarini duzenleyen etik kurallar yeniden duzenlenecek” dendi, ve hemen ardindan aciklama sirasinda yanlarinda bulunan Salafi El-Nur partisi ve Musluman Kardesler ile Musluman Kardeslerin siyasi kolu Ozgurluk ve Adalet partisinine ait televizyon kanallarinin yayina son verilerek, calisanlari goz altina alindi.

Mursi taraftarlarinin toplandigi Rabiatul Adaviyye’den yayin yapan El Cezire’de kapatildi, bolgeden yayin yasagi geldi.

Gerekcelerden biri olarak ise, “sehitlik cagrisinin” ic savasa mahal verebilecegi one suruldu, hatta nefret sucu oldugu da soylendi.* (Bu konunun incelenmesi benim bilgimin disinda, medyaya karsi boyle bir uygulama ne zaman sansur, ne zaman olasi bir ic savasi engelleme onlemi bilmiyorum.)

Fakat bir seyi biliyorum, siyasi islam hareketlerinin liderlerini tutuklamak ic savas ihtimalini arttirir, ordu bundan geri durmadi. Yani, niyetinin ne oldugu konusunda cok acik oldugu soylenemez.

Ve son olarak, cinsel istismar ve saldiri yine sahnedeydi. Bugun 45 vakanin tespit edildi,  3o tanesine gunlerdir canla basla calisan Operation Anti Sexual Harassment and Tahrir Bodyguard’in mudahelede bulundugu kaydedildi.

*Bu konudaki yorumlarina cok tesekkur ettigim Burcu Baykurt’un da belirttigi uzere cagrinin nefret sucundan cok savas cagrisi ozelligi var.

“Revolution Will Not Be Televised, Coup d’etat Will”*

48 saat once Misir Genel Kurmay Baskani Sisi, Musluman Kardeslere ve muhaliflere sorunu cozmeleri icin iki gununuz var, yok cozemezsiniz o zaman biz “yol haritamizla” geliyoruz dedi.

Ben bu satirlari yazarken, 48 saatlik surenin sonuna gelinmisti. Mursi ve Musluman Kardesler askerin “uyarisini” kendilerine karsi –benim de katildigim gibi— bir darbe girisimi olarak gorduler. Mursi dun yaptigi konusmasinda ve ondan once sozcusu araciligiyla yayinladigi aciklamada kullanilan dilin her turlu anlama acik oldugunu belirtmis ve askerden aciklamasini geri cekmesini istemisti.

Mursi’nin dun yaptigi konusma “secilmislik” uzerineydi.Hatta Tamarrud hareketi kac kere “mesruiyet” dedigini sayan videolar uretti, 53 kere.

Turkiye Misir karsilastirmasi yapmayi sevenlere ise bir not: Mursi’nin is basina geldigi secimler Misir’da yuzyillardan sonra yapilan ilk secimlerdi. Secim derken elbette, acik ve adil oy sayiminin yapildigi, adaylarin Mubarek tarafindan belirlenmedigi, ve secim sandiklarinin basinda insanlara siddet uygulanmadigi siyasi olaylardan bahsediyoruz. Ve Mursi uluslararasi gozlemcilerin ilk defa katilmasina izin verilen adil ve acik secimleri kazandi. Elbette bu blog yazisinda belirtildigi–cok dogru oldugu– uzere demokrasinin sadece secim yuzunu gormek Mubarek’i deviren kitleler icin cogu kez yeterli degildi.

Mursi, Musluman Kardeslerin ilk baskanlik adayi degildi; Musluman Kardesler Khairat El-Shater’i aday gostermek istemisler ama ara rejimin yoneticisi Askeri Konsey adayligini reddetmisti. Ayni konsey Mubarek’in son basbakani ve Misir ve benzeri diktatorluklerin en onemli kolu olan Hava Kuvvetlerinde ust duzey yetkili komutan Ahmad Shafik’in adayligini onaylamisti.

Mursi ezici bir cogunluk ile secim kazanmadi, Ahmad Shafik’in %48 olan oy oranina karsin %51.7 oy aldi. Secimlere katilim orani ise %54 idi. Bunun en onemli sebebi Mubarak tarafindan yururluge konan secim yasalarinin askeri konseyin parlemontayi lav etme karari nedeniyle degistirilememis olmasiydi. Ve tabii ki Misir halkinin Tahrir’de kendilerine belki destek olmayan ama siddet de uygulamayan askere minnetiydi.

Secim sonuclari, 50 senedir yer altinda yasamaya zorlanan, 1950’de meydanlara cikan, sonrasinda ise meydanlardan cekilmeleri halinde kendilerine dokunulmayacagi soylenmis olmasina ragmen tutuklanan, kimliklerini saklamaya zorlanan bir siyasi hareketin desteginin yadsinamaz oldugunun isaretiydi.

Ama ayni zamanda, Misir’in Nasr zamanindan beri ilmek ilmek islenen militer algisinin da ilk sinyaliydi.

Aradan gecen bir yil icinde Mursi ulkeyi iyi yonetemedi demek ise safdillik olur, yarim yuzyildir askeri diktatorlukle yonetilen bir ulkeyi, uretim araclarinin asker ve sadik burokratlar arasinda dagitilmis oldugu bir ulkeyi, secimlerden hemen sonra hepsi Mubarak tarafindan atanmis yargiclardan olusan Anayasa Mahkemesi ve Yuksek Secim Kurulu muadilleri secimlerin kanunlara aykiri oldugunu acikladigi bir ulkeyi, Parlementonun lav edildigi ve secilmis baskanin Parlementoyu toplamak istedigi zaman Anayasa Mahkemesi ve askeri konseyin “hayir” dedigi bir ulkeyi bir senede duzeltmesi mumkun degildi.

Mursi’nin hic hatasi olmadi mi peki, oldu hem de cok.

Ilki Anayasa Komisyonu’nu sadece Musluman Kardeslerden olusmus olmasina karsi cikmamak ve bir toplumsal konsensus aramamakti. Bu nedenle #June30 hareketinin ilk saatlerinde Baskanlik sozcusunun ilk onerilerinden biri Anayasa komisyonunu yeniden toplamak oldu.

Ikinci hatasi askerin ekonomik cikarlarina dokunmazsam, asker de bana dokunmaz algisi ile askerin demokratik hayat icindeki yerini duzenlemeye calismamasiydi. Bugun kefenleri ile sokaga cikan Musluman Kardesler taraftarlari goruntusu bana vitrinden baska bir sey ifade etmiyorsa bunun nedeni Mursi’nin o kefeni giymeye razi olmayip askere inanilmaz haklar sunmus olmasidir.

Ve elbette ekonomi ekseninde bir gelişme sağlayamamasını unutmamak şart. Kitleleri birleştirebilen en önemli etkenlerden biri ekonomik güçlüklerdir.
Peki, son bir hafta icinde 16 kisinin olumu ile sonuclanan gosteriler karsisinda ulkenin ic guvenligini saglamak ile gorevli asker ve polis ne yapsin izlesin mi diye soranlara ise sunu belirtmek isterim. O kayiplarin en onemli sorumlulugu da kolluk kuvvetlerinde.

Gecis doneminde akil almaz devlet terorune imza atan askeri konsey ve polis, bu sefer baska bir terore imza atti. “Biz herhangi bir partinin koruyucusu degiliz” diyerek, iki seye neden oldu:

Birincisi, 1950’yi unutamayan –bu anilar ile yasayan siyasi olusumlar ne onemli bir sorun o da bir yazi konusu—Musluman Kardeslerin taraftarlarini silahlandirilip koruma gorevlisi haline getirmesine,

Ve bunun sonucunda insanlarin kendi adaletlerini hesap verilebilirlikten uzak olduklarini bilerek saglamalarina.

Baska bir partinin Merkez Binasi yakilmaya calisilmazken, Musluman Kardeslerin binasinin atese verilmeye calisilmasini izleyen –ve hatta gosterilere katilan polis–, binanin icinden insanlarin uzerine plastik ve hatta gercek mermi ile ates acilmasina engel olamayan Musluman Kardesler yonetimi arasinda insanlar bir yil sonra yine ayni kaosa surukleniyorlar.

Devletin kolluk kuvvetleri islerini yapmamazlik DA edemezler, askeri konseyler ultimatom verme yeri degil, guvenligin nasil saglanacagini regule etme yeridir.

Disaridan bakan bir gozlemci olarak yapilmasi gerekenin erken secime gitmek oldugunu dusunuyorum,ama artik bunun icin de cok gec gibi gozukuyor. Ben bu satirlari yazarken Reuters son dakika haberi olarak Baskanliktan cekilmeyen Mursi’nin koalisyon yonetimi onerdigi haberini verdi, ise yarar mi bilinmez ama bir adim.

Peki Tahrir’i dolduran milyonlar, onlardan daha iyi mi biliyoruz ne istediklerini. Asla, eger askerin yonetimi devralmasini istiyorlarsa bize dusen o isteklerine de saygu duymak. Fakat, bunu yaparken askerin politik arenada bir aktor olmasinin ne denli demokrasi pratiginden uzak oldugunu belirtmekten geri de durmayacagim.


M

[1] Devrim televizyonlardan yayinlanmayacak, ama darbe yayinlanacak.

34. Ay

Dedem icin gelsin…

 

Seneler once kendisi icin bunlari karalamisim bir yerlere.

 

“…babamın babasına seslenmek amacıyla hiç kullanamadığım ama annemin babasına 20 senedir kullandığım her kullandığımda içimi ısıtan isim.
gözlerinin içinde torunlarına bakarken oluşan o ışıltı başka hiç bir nedenden dolayı oluşmadığını bilmek, ne yaparsam yapayım arkamda kocaman bir kale gibi duracağını bilmek, beni dünya üstünde hiç bir erkeğin bir daha onun şımarttığı kadar şımartamayacağını bilmek, yazıhanesindeki fındıkların hemen hemen tamamını içinde oynamak süretiyle sokaklara saçmamıza rağmen sesinin çıkmayacağını hatta bizi orada oynatmaması gerektigini söyleyenleri tersleyeceğini bilmek, onun olduğu yerde bakkala, markete, restarona para verilmeyeceğini bilmek, bir şey başardığınızda gözlerinin sizinkinden daha fazla parlayacağını bilmek, tansiyonunuz düşüp kapının önünde yığıldığınızda size koşmak için yere düştüğünü görmek, bu adamın yerine kimi nasıl koyarsınız.
sonsuza kadar da yaşayacağını bilmek istiyorum…”

Erdal Safak’a Acik Mektup,

Sevgili Safak,

Bugun Sabah gazetesinin “Turkiye’nin ilk sosyal medya kullanicilarindan biri olan”[1] okurunuzun mektubunu yayinlarken sarf ettiginiz kelimelerin uslubuna bakinca farkettim ki aslinda su iki basliginiz arasinda zihniyet farki yokmus. Sizin icin habercilik tarafsiz olmak degil, yeteri kadar “muktedir” yakininda olmakmis. Cunku bakiyorum ki, sadece sayi ile bir okurun yaptiginizi desteklemesi yeterli oluyormus, oysa ki Yavuz Baydar‘in yazisinda bir cok okur mektubundan soz edilmekteydi. “Muktedir”in oylarin yeterli cogunlugunu alarak is basinda geldigini, veya gecmiste yeterli fiziksel guce sahip oldugu icin “siyasetin” basinc vanasini elinde tuttugunu dusunursek eminim, bir –sayi ile 1- adet okur mektubu bulup attiginiz basliklari savunmak zor olmayacaktir.

Paşa-Paşa-İmzaladı

Is boyle olunca, gazeteniz kose yazarlarinin 28 Subat’ta neredeydiniz diye sormasinin da bir anlami olmamaktadir, sahipliginizin el degistirmis oldugunun farkindayim ama el degistirmeyen “gazetecilik” anlayisiniz gozlerimi yasartti.

O gun Sabah gazetesinin Yazi Isleri Muduru  olan Ergun Babahan da eminim bize bir adet okur mektubu ile “Pasa Pasa Imzaladi” basliginin nasil “halkin nabzini” tuttugunu anlatabilir.

Bugun Yazi Isleri Muduru olan sizin bu basligi nasil savundugunuzu da unutmayacagim, 28 Subat basliginizi unutmadigim gibi.

sabah_gazetesi_gunaydin_gezi_mansetiyle_cikti_h19446

Yani aslinda “basinin ozgur oldugunu ve “gercek” halki temsil ettigini” anlatmak istediginiz mektubunuz ile basinin ozgur olamayacagini, devletin ekonomik gucunun uzerinde kullanilmasindan korkan –hakli olarak- basin kurum ve kurulus sahiplerinin hep devletin fiziksel ve ekonomik gucunu kullanma yetkisini o gun ellerinde barindiranin caninin istedigini yapmakla yukumlu oldugunu gosterdiniz. Bu yukumlulugunuzu okurlarinizin ustune yikmaya calismayiniz,en azindan sorumluluk sahibi olup durumunuzu kabulleniniz.

Saygilarimla,

Emine Deniz


[1] Bu sifata nasil haiz olundugunun ve kimin bu sifati verdiginin aciklamasini da merak ediyorum ama siz kendinizi yormayiniz elbette.